Miroslav Klose etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Miroslav Klose etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

27 Haziran 2010 Pazar

Almanya 4-1 Ingiltere | Şerefli mağlubiyet

Markus Merk’i hatırlıyor musunuz? Almanya’nın en iyi hakemlerinden bir tanesiydi birkaç yıl öncesine kadar. Artık hayatına dış doktoru olarak devam ediyor. Hakemliği bıraktı. Epeydir görmüyordum Merk’i; bugün bir Alman kanalında, bir programa katılana kadar. Almanya formasıyla gelmiş, Almanya’nın favori olduğunu söylüyordu. Haliyle Jorge Larrionda nasıl bir hakem“ diye bir soru da geldi. Merk öve öve bitiremedi „müthiş bir hakem, müthiş bir insan, sahaya çok hakim, futbolcularla iletişimi çok iyi“ diye anlatıyordu.

Larrionda iyi hakem, kabul de, hesaba onun yardımcılarını katamadık. İngiltere’nin verilmeyen golü tarihe geçecek bir skandaldır, Wembley golüyle de herhangi bir alakası yoktur. 1966’da tartışalacak bir durum vardı, ama bu sefer yok. Çizgiyi yarım metre geçen bir top, Erman Toroğlu’nun tuvalet kağıdını bile gerektirmeyen bir pozisyon.

2-2’yi bulan İngilizler daha bir moralli devam edecekti maça. Uruguaylılar, İngiltere’yi feci şekilde yedi ve İngilizler mağlubiyeti bu karara bağlıyorsa, hiçbirşey diyemezsiniz. Fabio Capello yarın bu yüzden işsiz kalırsa, Larrionda’nın kör/art niyetli/dikkati dağılmış (yorum sizin) yardımcısının katkısı büyük.

Almanya – İngiltere maçının İngiliz kanadıyla ilgili söylenecek şeyler bundan ibaret. Bunun dışında yazacak birşey bırakmadılar. İngiltere’nin, grup maçlarındaki o bezgin hali devam etti ve karşısında genç bir takım olmasaydı yiyeceği gol 4 değil, iki katı olabilirdi. 4-1’lik sonuç bizim de yakından tanıdığımız şerefli mağlubiyetlerden biri oldu sanki. Yarın „The Sun“ „yenildik ama ezilmedik“ başlığını atar mı acaba?

İngilizlerin hangi başlıkları atacağını tahmin etmek güç değil. Larrionda ve Uruguay ile yaratıcı kelime oyunları olacaktır.

Ya Almanya?

İnanılmaz işler yapıyor şu çılgın Almanlar. Dünya Kupası yolunda önce birinci kalecini çok vahim bir olayda kaybet (Enke), ardından ikinci kalecin de sakatlansın (Adler), bu da yetmiyormuş gibi Dünya Kupası için düşündüğün oyun merkezin yok olsun (Ballack, Rolfes), yerine yedek olarak hazırladığın adamlar da sakatlığa kurban gitsin (Träsch, Westermann), Teknik Direktörün, kupa öncesi Federasyon Başkanı ile kavga edip, “sözleşmemi uzatmıyorum” desin (Löw, Zwanzinger) ve sonra sen böyle bir turnuva performansına imza at.

Bunların yaşandığı bir filmi izlesek, büyük ihtimalle senariste demediğimizi bırakmayız, “bu kadar klişe film mi olur birader” diye laf atardık ama bu senaryo, bu film gerçek ve senarist Joachim Löw’e diyecek birşey yok artık.

Almanya doğru zamanlarda, doğru işler yapıyor. 90 dakika iyi oynamıyor belki ama baskı altında kaldığında bile paniğe kapılmayıp, görevini yapmaya calışıyor. Fiziksel ve zihinsel kuvvet üst düzeyde. Löw’ün katkısını Arne Friedrich ve Miroslav Klose örneğinde anlatabiliriz. Takımıyla küme düşmüş Friedrich’e Dünya Kupası öncesi eleştiri bombadırmanı yapılırken, Löw’ün ona sahip çıkması ve defansın göbeğine yerleştirmesi önemli bir hamleydi. Schweinsteiger, Mesut gibi oyunculara rağmen Almanya’nin bu kupada en iyi oyuncusu Friedrich’dir. Per Mertesacker’in tel tel döküldüğü maçlarda, Friedrich parlıyor.

Klose, Bundesliga’da tek bir gol atarken, “bu adamı Dünya Kupası’na götürme, Jogi” başlıkları atılmıştı. Löw ise bunlara kulak asmayıp, “Miro takımın lideri, onsuz olmaz” dedi ve Gomez, Kiessling, Cacau gibi oyunculara rağmen tekrar ilk11’de tuttu. 2006 yılından beri kulüp düzeyinde herhangi bir varlık gösteremeyen Lukas Podolski’nin hikayesi de buna benzer nitelikte.

Bu saatten sonra Almanya’nın yolu finale kadar çıkarsa, hiç şaşırmam. 2006 Dünya Kupası ile çok benzer noktalar daha Dünya Kupası’nın öncesinde vardı, hala devam ediyor. Mart 2006'da Floransa'da, İtalya'ya 4-1 yenilen Almanya'da, Teknik Direktör Jürgen Klinsmann'ın geleceği tartışılıyordu, takımın formu çok düşüktü ve sistem konusunda bir kargaşa yaşanıyordu.

Mart 2010’da ise Almanlar bu sefer Arjantin’e kendi evinde 1-0 yenilip, Teknik Direktör ve takım tartışılıyordu ama iki kupada da Almanya gerçek yüzünü gösterdi ve başarılı oldu. Ne ilginçtir ki, 2006’da da, büyük ihtimalle 2010’da da çeyrek finalindeki rakip Arjantin oldu. Bu filmin sonunu çok merak ediyorum…

http://ntvspor.net/yazar/fatih-demireli/73/serefli-maglubiyet

14 Haziran 2010 Pazartesi

Bu işi uzatmayalım, kupayı Almanlara verelim...


"Dünya, bu işi uzatmayalım hiç. Kupamızı verin, biz gidelim." Maçın bitimine az bir süre kala Alman arkadaşımın gönderdiği bu mesaj, Almanların ruh halini çok iyi anlatıyor. Yaşanan sakatlıklar sonrası gerilen, sıkılan ve ilk koydukları kupa hedefinden uzaklaşan Almanlar, Avustralya'yi 4-0 yenerek bütün endişe ve korkulardan kurtuldular bir çırpıda.

Eli ayağı dolaşan ve ne yaptığını bilmeyen Avustralya Milli Takımı karşısında beklenmedik bir şekilde çok iyi bir oyun vardı sahada. Euro 2008'deki Portekiz maçında ilk kez uygulanan ve o günden beri hiç değişmeyen 4-2-3-1 düzeni, Joachim Löw'ün seçtiği son isimler ile çok daha iyi işler bir hale geldi. Miroslav Klose'nın arkasında Lukas Podolski, Thomas Müller ve Mesut Özıl gibi üç gezgin ve yaratıcı isim, Almanya'nin oyununa çok fazla yaratıcılık ve ofansif güç katıyor.

Özellikle Mesut'un oyunu gerçekten olağanüstüydü. İlk kez beraber oynadığı Thomas Müller ile uyumu göz kamaştırdı. Tarihin en genç Milli Takımı ile sahaya çıkan Almanlar, yıllarca birlikte oynuyor gibiydi. Ancak bu ortaya çıkan sonucun bir tarafta tehlikeli olduğunu da söylemek lazım. Son derece zayıf Avustralya karşısında oynanan oyun göze hoş gelse de, daha diri ve güclü Sırbistan ve Gana karşısında işler bu kadar kolay olmayacak. Bu yüzden gerçek ölçü bu maçlar olacak. Almanya'nin bu gruptan çıkacağına zaten inanıyorduk, yine de çıkacaktir. Ancak hedefi - ne olursa olsun - hep kupa olan Almanya'nin bu genç takımla nerelere gieceğine dair gerçek ipuçlarını önümüzdeki haftalarda alacağız. Bu maçın öne çıkan bazı isimleri vardı:

Sami Khedira: Michael Ballack ve Simon Rolfes'in yokluğunda Bastian Schweinsteiger ile birlikte orta sahanın moderasyonunu üstlendi ve Avustralya karşısında, çok daha iyi olması beklenen Schweinsteiger'den çok daha iyi bir oyun çıkarttı. Kendisine çok güvenen ve Khedira'yı U19 Milli Takımı'ndan beri takip eden Löw'e bir kez daha doğru karar verdiğini hatırlattı.

Thomas Müller: Bir yıl önce Bundesliga'da bile hiç tanıyanı olmayan Müller'i, Louis van Gaal altyapıdan alıp A takıma monte etti. İlk etapta "Dünya Kupası onun için daha erken" diyen Löw, Bayernli oyuncuyu yinede kadrosuna aldı ve ilk maçta ilk 11'de oynattı. Piotr Trochowski'nin bu saatten sonra onu kesmesi beklenmiyor. İlk Dünya Kupası maçında ilk golünü attı. İnanilmaz olgun bir görüntü veriyor.

Mesut Özil: Mesut hakkında denilecek çok şey yok; Dünya Kupası'nın yıldızı olmaya adaydı, ilk maçta zirveye oturdu. Kendisini bir pozisyonda atması dışında kusursuz bir görüntü çizdi. Maçı anlatan Alman spiker Mesut'un Almanya'ya katkısını çok güzel anlattı: "Bildiğimiz Alman disiplini dışında lazım olan yaratıcılığı Mesut ile buluyoruz. Futbolu daha kolay hale getiriyor." Bizim Başbakanlık, Mesut'a tebrik mesajı gönderecek mi diye düşünmedim değil bir ara.

Lukas Podolski/Miroslav Klose: Zannediyorum ki bu maçı izleyip de mutlu olmayan tek Alman Uli Hoeness'tir. Bayern'e koca sezon en ufak bir katkısı olmayan Klose, Almanya Milli Formasıyla, özellikle de büyük turnuvalarda coşuyor. Yine Dani Güiza'yı hatırlatan golleri kaçırsa da, attığı gol ve girdiği pozisyonlar çok önemliydi. Bunun daha vahimi Podolski için geçerli. Klose'nin kulübündeki kötü dönemi sadece bir senedir (!) devam ederken, Podolskı yaklaşık 3,4 yıldır kulüplerinde hiçbirşey oynamıyor ama Dünya ve Avrupa Kupaların büyük oyuncusu olarak tarihe geçiyor.

Bir iki laf da Avustralya için etmek lazım. Lucas Neill, oynadığı futbol ile erken tatil yapmak ve Galatasaray'da kalmak için elinden geleni yaptı. Üstün performans ile teklif alır dediğim Neill'e bu görüntüyle çok fazla bir talip çıkacağını sanmıyorum. Harry Kewell'i de özleyenler bizler, onu yine sahada göremedik. Artık yeter...