25 Kasım 2010 Perşembe

Van Gaal, Beşiktaş’ın teknik direktörü olsa…

Yıldırım Demirören canlı yayında, Teknik Direktörü Bernd Schuster için "Bizi hiç dinlemiyor, kafasına göre hareket ediyor. Futbol, tek kişilik gövde gösterileri için doğru yer değil, onunla konuşacağım çok fazla birşey yok artık" açıklamaları ile gündeme oturuyor. Bernd Schuster bu açıklamalar üzerine ilk basın toplantısında "Hayal kırıklılığı yaşıyorum, Yıldırım Demirören’de insan olarak hüsran yaşadım" cevabını veriyor. Kulübün önde gidenleri olayın vehametini anlayıp, ikiliyi barıştırıyor ama Schuster dayanamayıp bir gün sonra canlı yayında "Başkan otoritemi zedeledi, bu çok ağır bir durum, hiç yakışmadı" diyerek olayı uzatıyor. Bitmedi. Schuster, bir basın toplantısında gelen soru üzerine, "Quaresma çok önemli bir oyuncumuz olabilir ama sözleşmesini uzatmazsa, satmamız lazım. Benim kulüplerim her zaman iyi para kazanmıştır" açıklamasını yapıyor. Bunu duyan Yıldırım Demirören "Başkan benim, yönetim biziz, kararları biz veririz, o Teknik Direktörlüğüne baksın" diyor. Ertesi gün de "umarım gelecek maçta yedek oyuncular oynar, sonuçta turu atladık" diye bir dilekte bulunur. Schuster, bunun üzerine "kusura bakmasın, Teknik Direktör benim, o Başkanlığına baksın" cevabını veriyor. Arada Schuster’in, Guti için "maçlara hiç kendini vermiyor, onun için bir hazırlık maçı tertipledim, sahada gezdi adam" demesi de gündeme bomba gibi düştü.

"Bu adam kafayı mı sıyırdı, neler uyduruyor böyle" diyenlerinizi duyuyorum. Haksız da sayılmazsınız ilk bakışta ama yukarda olanların hepsi yaşandı. Ne eksik, ne fazla – bunlar oldu. Sadece isimler farklı; Yıldırım Demirören’in yerine Bayern Münih Başkanları Uli Hoeness ve Karl-Heinz Rummenigge’yi düşünün, Bernd Schuster’in yerine Louis van Gaal’i, Quaresma’nın yerine Bastian Schweinsteiger’i ve Guti yerine Franck Ribery’yi. Açık konuşalım; Beşiktaş’ta yukarda yazdıklarımın yarısı yaşansa, Bernd Schuster şu an İspanya’daki evinde oturup tatil yapıyordu, Beşiktaş ise çoktan yeni bir Teknik Direktör ile yoluna devam ediyor olacaktı. Gazetelerimiz, Televizyonlarımız, İnternet portallarımız başka birşey konuşmayacaktı. "Nasıl olurda, bir Teknik Direktör, Başkanı ve yönetimi hakkında böyle konuşabilir" diye yazılan yazılar ve konuşmalar birbirini kovalardı. 107 yıllık Beşiktaş’a yapılan saygısızlık olarak algılanırdı bazıları tarafından.

Almanya’da durum çok farklı değil, bu olayları herkes konuşuyor, Rummenigge, Hoeness ve Van Gaal arasındaki gövde gösterisi gündemin bir numarası ama Louis van Gaal hala görevinin başında, oysa bu kavgalar dışında futbol takımında da işler iyi gitmiyor. Van Gaal’e yol vermek icin ideal bir ortam var ama tam aksine sözleşmesi daha yeni uzatıldı. Bizde ise Schuster’in "burada 60’li yılların futbolu oynanıyor" açıklaması yüzünden adamın adeta kellesi isteniyor. Schuster eleştirilerin sadece bununla sınırlı olmadığını biliyorum tabii ki, ancak bir zihniyet farkının ortaya konması adına Bayern Münih’te yaşananlar önemli bir örnek.

Dünya’nın, futbolu en iyi bilen yönetimine sahip olan Bayern Münih, istikrarlı bir başarı için, efsanelerine yapılan saldırıları bile gözardı edip, büyük sorunlar yaşadığı bir Teknik Adam ile yoluna devam edebiliyor. Kamuoyunda da "bu adamı gönderin, Bayern Münih’in büyüklüğünü öğrenemedi, gitsin Hollanda’da lale toplasın" diyen hiç kimse olmadı. Bizde ise Frank Rijkaard’tan sonra Bernd Schuster’i yeme operasyonu istikrarlı bir şekilde devam ediyor ve zannediyorum ki bunu isteyenler bir müddet sonra başarılı olacak. Beşiktaş yönetiminin, Schuster’in futbol takımıyla ilgili düşüncelerini bilemiyorum, bu yüzden bir değişikliğe giderse, futbolun dinamikleri içinde bunu üzülerek kabulleneceğiz. Ancak Schuster’in açıklamaları nedeniyle bir tasarrufları olacaksa, diyecek sözlerimiz olur. Schuster’in sivri dilli, etrafını umursamaz, hatta biraz da anarjist bir yapıya sahip olduğunu bilmeliydiler.

Bu açıdan Schuster’in, Van Gaal’den bir farkı yok. Sadece Van Gaal kişiliğini daha az bastırabilmiş, aykırı tavırlarını kulübündeki geleceğini bile göze alarak sürdürmüş. Ne kadar yöneticileri ile arası açılsada, eskisi gibi Uli Hoeness ile her cuma şarap partisi yapamasada, görevi konusunda bir korku yaşamıyor, baş kaldırışı yüzünden kamuoyundan tepki toplamıyor ve geleceği ile ilgili tehlike sadece ve sadece sportif açıdan yaşayabilir. Schuster ise uzun zaman hoş mesajlar vermeye çalışsa da, bir müddet sonra patlaması sadece an meselesiydi. Ancak bu yüzden onu idam şehbaşına kaldırmak, doğru bir yaklaşım değil. Umarim Beşiktaş yönetimi de bunlara kulak vermez.

Frank Rijkaard çok sessiz, Luis Aragones çok despot, Christoph Daum çok bilmiş, Schuster çok konuşuyor ve bunların hiçbiri doğru değil. Artık bir karar versek? Neyi istiyoruz? Nasıl bir Teknik Adam istiyoruz? Hayal edilen Teknik Direktörü tipinin gerçeği var mı? Bir an için Louis van Gaal’ın Türkiye’ye geldiğini hayal edelim, geçmişte teklif almadı da değil (Galatasaray); burada bir devrim yapabileceğinden eminim, Türk Futboluna bugüne kadar görülmemiş başarılar ve düzen getireceğinden emin olduğum gibi ama emin olduğum bir konu daha var; bu Van Gaal’e Türkiye’de kimse dayanamaz. Schuster gibi bazı gerçekleri yüzümüze söyleyeceği için…

10 Kasım 2010 Çarşamba

Robert

Tam bir yıl oldu. Robert Enke'nin ani ve acı vedasının ardından tam bir yıl geçti ama o acıyı, dün olmuş gibi, hala taze yaşıyoruz. Çok fazla söze gerek yok, sadece futbolda ve spor dünyasında herşeyin görüldüğü gibi olmadığının acı bir ispatına şahit olduk. Enke'nin intiharı sonrası boşluğa düşen Hannover 96, geçen sezon az kalsın küme düşüyordu. Kaptan Altın Lala'nın sözleri ürpertici: "Sahada olduğumuz zaman, kalenin önünde Robert'in tabutunu görüyorduk..."

7 Kasım 2010 Pazar

Yenilgiye rağmen: Galatasaray iyi yolda

Peşinen söyleyelim; Galatasaray’ın, Trabzonspor deplasmanında yenilmesi süpriz değil. Karaları bağlamaya yol açan bir sonuç hiç değil. Galatasaray,ligin en iyi takımı Trabzonspor’a yenildi. Şenol Güneş, Trabzonspor’u büyük takım yapma yolunda değil, çünkü hedefe varmış durumda. Trabzonspor tam anlamıyla bir takım. Geçtiğimiz haftalarda olduğu gibi sadece güle oynaya sonuca gitmeyi değil, kötü oynadıkları bir maçta da sabır göstererek sonuca gitmesini biliyorlar. Trabzonspor’un en iyi oyuncusu kimdi diye fikir yürütsek, bir ismi zor buluruz. Başarının sırrı da bu. Trabzon hak ettiği liderlik koltuğuna oturdu. Üç İstanbulluyu da yenerek hemde – hiçbirşey tesadüf değil.

Bu akşamın tesadüfü pozisyon bulamayan Trabzonspor’un golü bulmasıydı, o da „canlı bomba“ Servet Çetin’in tesadüf olmayan hatasıydı. Frank Rijkaard’ın sabote edildiği iddialarında hep Servet’in ismi vardı. Delikanlı anadolu çocuğu Servet’in böyle küstahça bir eylemin içinde olmadığına adım gibi eminim. Sakat sakat bile oynayan bir adamın Teknik Direktörünü bile bile sabote edeceğine ihtimal vermem mümkün değil. Ama bir gerçek var ki; Servet’in sabote ettiği kişi ta kendisidir. Çok iyi oynadığı maçlarda bile büyük bir hata yapma potansiyeli üst seviyede. Trabzonspor’un ilk golü öncesinde „topu rakiple birlikte kornere taşıyayım“ düşüncesi, Servet’in bolca başvurduğu bir yöntem. Bunu bazen yeri olmadığı durumlarda da yapıyor ve cezayı Trabzonspor gibi kesenler oluyor.

Galatasaray, en az bir puanı hak ettiği bir maçtan puansız döndü ve yeni liderin 10 puan gerisine düştü. Daha ligin 11. haftasında „şampiyonluk gitti mi“ endişesi yersiz. Her hafta bir takımı yüceltip, diğerini yerin dibine sokuyoruz. Her hafta başka bir favori çıkıyor ortaya. Ligin ne kadar kısa vadeli bir yapıya sahip olduğunun göstergesi.

Ayrica Galatasaray’ın şampiyonluk konusunda havlu atacak bir görüntü içinde değil. Gheorghe Hagi, Teknik Direktörlük dönüşündeki ilk 3 maç fikstürü oldukça ağırdı. Galatasaray sadece 4 puan almış olabilir ama oyunu ile bazı mesajlar verdi, hatta iyi yolda olduğunu hissettirdi. Galatasaray, özellikle defansif oyunda iyileşme gösteriyor. Fenerbahçe ve Trabzonspor’un güçlü ofans ekiplerini durdurmayı başardı, bu iki takım nerdeyse doğru dürüst pozisyon bulamadı. Hagi’nin, eski Teknik Direktörü Mircea Lucescu’dan bazı esintiler sunduğu maçlar izledik. Galatasaray’ın bu sorunlu döneminde de bu doğru bir seçim.

Galatasaray’ın hücumda çok fazla varlık göstermediği de doğrudur, ancak Arda Turan ve Milan Baros gibi en önemli ofansif silahlarınızdan yoksun çıktığınız bir maçta şuursuzca hücum oynamak ne kadar mantıklı olabilirdi? Galatasaray, Hagi yönetiminde oynadığı üç maçta da doğruyu oynadı, bu üç maçın ikisinde de istediği sonucu aldı.