29 Aralık 2009 Salı

Uçan Terry...

Resime tıklayın...

24 Aralık 2009 Perşembe

Zihniyet Farkı: Rijkaard ve Daum

Kısa zaman içinde hem Galatasaray hemde Fenerbahçe stresi çok fazla olmayan maçlar oynadılar. Galatasaray, Sturm Graz ve Trabzonspor maçlarında, Fenerbahçe de Sheriff ve Altay maçlarında rotasyon yapma şansını yakaladı. Christoph Daum, nispeten daha kolay maçlara çıkmasına rağmen yedi dakikalık Abdülkadir Kayalı dışında başka genç bir oyuncuya şans vermedi. Diğer tarafta Frank Rijkaard, Çetin Güngör, Serdar Eylik, Alparslan Erdem, Caner Erkin ve son olarak Berkin Arslan gibi genç oyunculara forma verdi. Galatasaray, Trabzonspor ile oynanan Kupa maçını kazanır veya kazanmaz, burada daha önemli olan Teknik Direktörün böyle bir maçta bu oyunculara şans vermesi. Galatasaray ve Fenerbahçe'nin Teknik Direktörleri arasındaki fark, hatta kulüplerin futbol idaresi mantalite farkı bu maçlarda tekrar ortaya çıktı. Daum, teknik açıdan en az Rijkaard iyi bir teknik direktör, belki fazlası bile vardır ancak Daum, üç puan ve uzun vadeli kupa hedefinden baska birsey görmezken, Rijkaard ve onun arkasındaki mantalite, puan dışında birşeyleri kazanma uğraşında. Bunun bir örneği sadece bu maçlar degil, son olarak Galatasaray'in altyapısının başına Evert van Derks getirilmesi ve devamında gelişen olaylardır. Altyapı konusunda rakiplerine göre zaten daha iyi bir konumda olan Galatasaray'ın buna rağmen yaptığı hamle önemli. Burada van Derks'ın Çetin'i ve Berkin'i keşfettiğini söyleyerek, Galatasaray'da yıllardır emek veren ve bu futbolcuları yetiştiren altyapı hocalarının emeğine haksızlık etmeyeceğim ama önce Rijkaard ve sonra van Derks ile aranan cesaret kulübe ayak bastı. Uzun zamandır var olan yetenekleri artık gören ve daha önemlisi doğru kullanabilen bir zihniyet kulübün başında. Genele girdik, güncel maçlarla bitirelim. Fenerbahçe'nin haftalarca yok sayılan genç (!!!) yıldızı Özer Hurmacı, yeni bir idol olma yolunda Altay maçında önemli bir adım daha attı. Umarım başarılı olur, bunu hakeden bir yeteneği var. Galatasaray - Trabzonspor maçı için yukarda yazdıklarımın dışında Trabzonspor için diyebileceğim tek şey var: Ya noel tatili olmasaydı?

20 Aralık 2009 Pazar

2. Bundesliga Olimpik Kış Oyunları

Kar yagışı, Almanya 2. Lig maçlarını oldukça etkiledi bu haftasonu...

19 Aralık 2009 Cumartesi

Dortmund'ta müthiş koreografi

Taraftarlar, Borussia Dortmund'un 100. yılını böyle kutladı...

"Ordan bana iki sosisli, Başkan!"

Bayern Başkanı Uli Hoeness, Bayern - Hertha maçı öncesi kendi şirketinden getirttiği sosisleri taraftara dağıtıyor.

Ezeli Rekabet, Ebedi Dostluk!

Bizde sadece sözde kalan bir durumdur bu. Rekabetin ezeli olduğu doğrudur ama büyük takımların arasındaki geçmişte var olduğu söylenen ve şirin hikayeler ile canladırılan dostluğun tarih olduğu bir gerçek. Açıkçası ne taraftarın, ne kulüplerin ne de kamuoyunun böyle bir talebi var. Düşmanlık moda olmuş, karşındakinin gözünü oymak, kötülüğünü istemek doğal bir hale gelmiş. Bu sadece Türkiye'ye özel bir durum değil, Dünya'nın her yerinde ezeli rekabet, ebedi düşmanlıkla eş değerde. Ama bu işi doğru yapanları da hatırlamak lazım. Almanya'nın tartışmasız en büyük lokal rekabeti Borussia Dortmund ile Schalke 04 arasındadır. Bizde olduğu kadar olmasa da birbirini çekememezlik konusunda oldukça iddialılar. Bizde olduğu gibi iki takım arasındaki transfer taraftarlarca hoş görülmez. Tabii ki tarihte sayısız oyuncu Dortmund'tan, Schalke'ye, Schalke'den, Dortmund'a transfer olmuştur. Bugünlerde 100. yılını kutlayan Borussia Dortmund'a, Schalke'den bu durumla ilgili güzel bir hediye geldi. Schalke, iki takım için de oynayan bir takımın dizilisini güzel bir şekilde resim edip, rakibine bu sözler eşliğinde gönderdi: "Gelenek, futbol sevgisi ve taraftarın sadakati bizi tahmin edebildiğimizden fazla birleştiriyor. Schalke 04, Borussia Dortmund'un 100. yaş gününü kutluyor." Fazla söze gerek var mı?

16 Aralık 2009 Çarşamba

Lincoln aşkı işsiz bırakacak

Eintracht Frankfurt Teknik Direktörü Michael Skibbe'nin sezon başından beri Lincoln'u transfer etmek istediğini hiper-sağır sultan bile duydu. Frankfurt yönetiminin bu oyuncuyu yüksek maliyeti nedeniyle transfer edemediğini de. Skibbe, geçtiğimiz günlerde bu sefer Leverkusenli Theofanis Gekas'a el attı ama onu da alamadılar, hatta yunan hücumcunun, lig sonuncusu Hertha'ya imza atması an meselesi. Kadrosundan memnun olmayan ve mutlaka transfer isteyen Skibbe bu durumdan oldukça şikayetci: "Lincoln'u alamadık, Gekas'ı alamadık. Bu iki oyuncunun yüksek kalitesine bakıldığında alınabilecek oyunculardı ama Eintracht bu transferleri yapamıyor." Kulüp Başkanı Heribert Bruchhagen daha önce de bu tip çıkışları nedeniyle Skibbe'yi eleştirmişti. Bu sürtüşme böyle devam ederse ya Skibbe sezon sonu istifayı düşünecek yada Frankfurt fikir ayrılığı nedeniyle aslında memnun olduğu hocayla yollarını ayıracak.

15 Aralık 2009 Salı

Schweinsteiger, Hoeness'e selektör yapınca...

Bayern Münih'de noelin yaklaştığı günlerde geleneksel olarak bütün takım, teknik direktör ve yöneticiler fanclub'ları ziyaret ederler. Bu ziyaretlerden birini dün yeni Başkan Uli Hoeness gercekleştirdi. Hoeness konuşmasının başında seyehati sırasında başına gelen bir olayı anlattı...

"Yolculuk gerçekten rahat geçti, arkadaşlar. Sadece otobanda biri arkamda birden çok hızlı gelip bana devamlı selektör yaptı. Bu manyak da kim diye düşünürken, baktım ki bizim Schweini'ymiş..."


Not: Schweini, herkesin bildigi Bastian Schweinsteiger'dir...

14 Aralık 2009 Pazartesi

Lehmann vs. Kahn 2009

Jens Lehmann'in Mainz maçı öncesi, sırası ve sonrasındaki olayları Almanya'da gündemin birinci maddesi. Konuyla ilgili Lehmann'ın ebedi can dostu (!) Oliver Kahn da bir açıklama yaptı. "Her hafta ayrı bir vukuatı var. Bir sorunu var ama ne olduğunu bilmiyorum. Belki bir sormak lazım. Tuhaf gözüküyor." Eminim ki, Lehmann'ın cevabı fazla gecikmeyecektir.

13 Aralık 2009 Pazar

Piskopat Jens Lehmann

40 yaşına gelmiş Jens Lehmann'ın vukuatları bitmiyor. Teknik Direktör Markus Babbel'in kovulmasından sonra "çoluk çoçuğun bağırmasından etkilenip karar veriyorlar" açıklaması ile başladı herşey. Kulübün verdiği 40 bin Euro'luk para cezasına Lehmann'ın cevabı "bu parayı ödemem" yönündeydi. Buna rağmen Stuttgart'ın yeni Teknik Direktörü Christian Gross "kadro dışı bırakamam, bu durumda tecrübesi bana lazım" diyor. Peki Lehmann ne yapıyor? Mainz deplasmanında, 90. dakika da - top kendi ellerindeyken - rakibine ceza sahasında tekme atıp hem kırmızı kart görüyor hemde penaltıya sebep oluyor. Stuttgart'ın acil ihtiyacı olan 3 puan toz oldu. Maç sonuysa tam bir komedi: Lehmann, bir Stuttgart taraftarının gözlüğünü gözünden alıp, bir kameramana sataşıyor ve takım otobüsüne binmeyip, taksi arıyor, bulamayınca dakikalar sonra onu bekleyen takım arkadaşlarıyla Mainz'dan ayrılıyor. Stuttgart, Lehmann'ı bu saatten sonra kovarsa şaşırmam. Zaten bunu da provoke gibi bir halı var.

Sanki bir şeyler eksik...

Schalke'nin genç yeteneği David Loheider, foto çekiminde hazırlıksız yakalandı...

Ben seni böyle tanımamıştım, Noel Baba!

Stoke City taraftarıymış arkadaş...

12 Aralık 2009 Cumartesi

Bundesliga'da müthiş bir cumartesi

Kısa kısa geçelim...

Bayern, Bochum'da 5-1 kazandı, 10 tane atsa süpriz olmazdı. Münih doğumlu Bochum kalecisi Philipp Heerwagen daha büyük bir farkı önledi. İki sezon önce Bayern'i şampiyon yapan müthiş Luca Toni - Miroslav Klose ikilisi yerini müthiş anlaşan Mario Gomez - İvıca Olic ikilisine bıraktı. Louis van Gaal kadro ve sistem istikrarını koruyunca, başarı geldi.

Mönchengladbach - Hannover maçında atılan 8 golün 3,5 tanesi takımların kendi kalesine attığı goller oldu. Özellikle Hannoverli Constant Djakpa'nın kendi kalesine ayağının dışıyla uzak köşeye gönderdiği top inanılmazdı. Gladbach, Michael Frontzeck yönetiminde çıkışına devam ediyor. Hannover Teknik Direktör Andreas Bergmann'ın mac sonrası açıklaması güzeldi: "6 gol atıp yeniliyoruz, ne diyeyim ki ben..."

Dün Burak Kaplan'dan sonra bügün de Hamburglu Tunay Torun gol atarak iyi bir iş çıkarttı. Tunay'in Nürnberg'de attığı gol, Bundesliga'da ikinci sayısı oldu. Nürnberg'de attığı gol gerçekten çok güzeldi. Teknik Direktör Bruno Labbadia'nin demesine göre antrenmanlarda çok iyi çalıştığı için kadroya girmeyi ve oynamayı hak etti.

11 Aralık 2009 Cuma

Burak Kaplan'ın Bundesliga'daki ilk golü

Hertha BSC - Bayer Leverkusen maçı, yani Bundesliga sonuncusuyla, liderin maçı. Herkes Leverkusen'den fark beklerken, Hertha müthiş bir dirençle Ramos'un golüyle uzun süre maçı 1-0 galip götürdü. Hertha'nın fizik olarak düstügü dakikalarda, Leverkusen Toni Kroos ile golü buldu. Golden sadece iki dakika sonra Herthalı Gojko Kaçar'ın kırmızı kart görmesi maçı Leverkusen'in lehine çevirir gibiydi ve öyle de oldu. Son dakikalarda tek kale maçta, sonradan oyuna dahil olan genç türk oyuncu Burak Kaplan, 90. dakika da Leverkusen'i 2-1 öne geçirdi. Burak ve onu altyapıdan Bundesliga kadrosuna alan Teknik Direktörü Jupp Heynckes sevinirken, sadece bir dakika sonra Hertha, Ramos ile beraberliği bulup en azından bir puanı kurtardı. Cezasahası Adem'in Ramos'un gol attığı saniyelerde Twitter'da bu oyuncuyu övmesi, buraya düşülmesi gereken başka bir not.

10 Aralık 2009 Perşembe

Kim bu arkadaş?

Galatasaray tarifeli uçakla Antalya'ya gitti, açıklanan kafiledeki futbolcu listesine yabancı biri karışmış. Galiba İsveçli bir turist, yanlışlıkla listeye almışlar - tanımam etmem kendisini...

Not: Ironi...

9 Aralık 2009 Çarşamba

Golcü Sinan Bolat!

Daha bugün Sinan Bolat ile ilgili kısa birşeyler karalamıştım blog'da. Akşamına selamını gönderdi ve Liege - Alkmaar maçında 90+5'te kafayla 1-1'lık skoru getiren golü attı. Liege, bu golle Avrupa ligine kaldı. Tebrikler, Sinan!

Sinan Bolat Bundesliga'yı istiyor

Türk Milli Takımı aday kadrosuna ara ara çağrılan, Standard Liege'de oynadığı maçlar ile dikkat çeken ama Türkiye'de hala üvey evlat muamalesi gören Sinan Bolat'ın hedefi Bundesliga. "Sport" dergisine "birgün oraya gitmek istiyorum. Alman ligi birçok konuda çok cazibeli. Seyirciler, maçlar, stadlar, taraftarlar, oyun temposu..." diye açıklama yapmış. Sezon sonu Bundesliga'nın bazı kalelerinde yer açılacak, "neden olmasın" diyelim...

Juventus'a üç gol atan kaleci

Louis van Gaal'in, Bayern'in başına geçmesiyle ilk transfer talebi kaleciydi ama Schalkeli Manuel Neuer için yapılan girişimler sonuçsuz kaldı. Oliver Kahn'dan sonra bekleneni veremeyen Michael Rensing ile yedek kaleci diye transfer edilen Hans-Jörg Butt yarıştı. Yarışı önce Rensing kazansa da, Butt bu sezonun daha ikinci haftasında, Jürgen Klinsmann'ın son döneminde olduğu gibi tekrar kaledeki yerini aldı. Salı akşamı itibariyle Juventus deplasmanında attığı penaltı golüyle de herkesin sevgilisi oldu. Mario Gomez ve Bastian Schweinsteiger'in penaltıcı olduğu Bayern'de, Butt'un topun başına geçmesi herkes için süpriz oldu - bir tek Butt için herşey normaldi: "Penaltı olduktan sonra iki, üç takım arkadaşım hemen beni çağırdı. Bende görevimi yaptım. Zaten Louis van Gaal'in kafasındaki penaltıcı da benim." Van Gaal'in penaltıcısı, Juventus'un belalisi oldu, çünkü bu Butt'un Juventus karşısında kariyerindeki üçüncü golü oldu. Daha önce Hamburg formasıyla (2000) ve Leverkusen formasıyla (2002) Juve'ye yine penaltıdan gol atmıştı. Butt ne diyor bu seriye? "Güzel bir hikaye ama tesadüf." Bayernliler bu tesadüfü sevdi...

Van Gaal doğruyu bulunca...

Juventus deplasmanı. Sadece bir galibiyet işinize yarıyor. Son bir, iki haftadır iyi sonuçlar alsanız da, formunuz Juventus'a yetecek düzeyde değil endişesi. Takımın yıldızlarından Franck Ribery hala sakat, Arjen Robben antrenman eksikliği nedeniyle yedek. Luca Toni'nin varlığı Teknik Direktör tarafından önemsenmiyor. Bu şartlar altında Bayern Münih'te İtalya deplasmanı öncesi çok iyimser bir tablo çizildiği söylenemezdi. En iyi ihtimal bir beraberlik görülüyordu, hatta Bayern'in efsane kalecisi Oliver Kahn bile "bir mucizenin olacağına inanmıyorum" diyerek gönül verdiği takımına inanmadığını söylemişti. Ama Bayern salı akşamı öyle bir futbol oynadı ki, rakibini öyle rahat geçti ki, Alman ekibinin kurmayları bile buna inanamadı. Eski Menajer yeni Başkan Uli Hoeness'in yerine geçen sport direktör Christian Nerlinger'in "bizim için bile süpriz oldu" açıklaması herşey açıklıyor sanırım. 2007/2008 sezonunda Ottmar Hitzfeld'in, Franck Ribery, Luca Toni, Miroslav Klose ve Hamit Altıntop'tan oluşan müthiş ofansif dörtlüsünden beri Bayern belki de ilk kez ofansif anlamda bu kadar olumlu işler sergiliyebildi. Hemde Ribery'nin hiç, Robben'in kısa süre aldığı bir maçta. Değişimin iki sihrli sözcüğü özgüven ve istikrar. Her hafta yeni bir kadro, yeni bir sistem işinden vazgeçen, özellikle forvette İvica Oliç ve Mario Gomez'i istikrarlı bir şekilde kullanan Louis van Gaal, kendi değişiminden karlı çıktı. Transfer edildiklerinden beri bir türlü taraftarların gözüne giremeyen, yedek kalan ve hatta ıslıklanan (yükselen formuyla) Danijel Pranjiç ve (Juventus'a attığı müthiş golle) Anatoly Tymoshchuk'un birer patlama yaşamaları Bayern Münih diğer olumlu bir gelişmeler. Sezona çok zorlu ve problemli bir giriş yapmasına rağmen Şampiyonlar Ligi'nde 2. tura çıkması ve Bundesliga'da liderin sadece 4 puan gerisinde bulunması sezon devamı açısından önemli. Bu kadroya Ribery ve Robben de dönerse Bayern Münih için güzel günler yakındır...

8 Aralık 2009 Salı

Luca Toni'nin Fenerbahçe transferi

BİLD gazetesi, Bayern Münihli Luca Toni'nin Fenerbahçe'ye gitmesini manşetten vermiş. Sözde. Ya bahsedilen başka bir BİLD, ya da ben körüm. Manşetten verilen olay, Luca Toni'nin Juventus - Bayern maçı için memleketi İtalya'ya götürülmemesi ve Teknik Direktör Louis van Gaal ile arası iyice açılması. Neyse, gelelim haberde bizi ilgilendiren kısıma. Haberin bir bölümünde (sadece bir kere) Fenerbahçe kelimesinin kullanılması, "Luca Toni, Fenerbahçe'ye gidiyor" başlığını atmak için yeterli bir sebep olarak görülmüş bizim basında. BİLD haberinde ayrıca Roma ve West Ham'in de Toni'yle ilgilendiğini yazıyor. Gelelim haberin püf noktalarına...

Haber Kaynağı: Türk Basını
Luca Toni haberi yaklaşık 2 hafta önce bir Türk Spor gazetesinde çıktı. BİLD, o gazeteyi kaynak göstererek "Luca Toni, Türkiye'ye mı gidiyor?" diye başlık atarak böyle bir söylentiye yer verdi. Bilinmesi gereken olay şu; BİLD nerdeyse hergün mutlaka bir Toni haberi yapar ve bu haberlerin hepsinde bugüne kadar olup bitenleri hatırlatır. Bu onların kullandığı ve her yerde görülen bir haber tekniği. Olup bitenlerin içinde bir gazetemizin öne sürdüğü Toni-Fenerbahçe ilişkisi olduğu için BİLD bunu devamlı kullanıyor. Yani dün yayınlanan haberde yeni bir gelişme yok. İşin tuhaf yanı 2 hafta önce bu haberi yapan ve BİLD'in kaynağı olan bizim gazetemiz, bugün BİLD'i kaynak göstererek "Toni, Fenerbahçe'ye mi" haberini yapması.

Luca Toni'yi Fenerbahçe'ye gelir mi? Gelmeli mi?
Şu ana kadar kesin olay tek birşey var: Luca Toni devre arasında Bayern Münih'ten ayrılacak. Sezon başında göndermek istediler, olmadı. Artık devre arasında bir kulüp bulunacak. Bu kulübün büyük bir ihtimalle İtalya'da olacağını zannediyorum. Toni'nin isteği de ve açıklamaları da bu yönde. Bunun baş sebebi Dünya Kupası öncesinde göz önünde olmak. Fenerbahçe'nin, Toni'yi istediği konusunda süpheliyim ama gerçekten transfer etmek istiyorsa sadece bu Dünya Kupası kriterinden dolayı bu iş olmayacaktır. Ancak Fenerbahçe'nin Daniel Güıza gibi kaprisli bir oyuncuyla baş edemezken, en az onun kadar kaprisli ve bunun yanında Bayern Münih'te yıllık 10 Milyon Euro para kazanan ve yine benzer rakamlar isteyecek olan Toni'nin, Fenerbahçe'nin ilgilendiği bir futbolcu olmadığını tahmin etmek zor değil.

Obama, Flamengo taraftarı çıktı (!)

Zaten bi buraya el atmadıydı Amerika. Şaka bir yana, benziyor eleman bizim Hüseyin'e...

3 Aralık 2009 Perşembe

Harika bir Ailton Röportajı

Almanya'da bir gazete, hepimizin yakından tanıdığı Ailton'un, Almanya 6. Lig kulüplerinden KFC Uerdingen'e transfer olacağını yazıyor. Haberi okuyan Ailton telefona sarılıp, haberi yapan muhabiri arıyor...

Ailton: Ben Ailton. Haberi siz mi yazdınız?

Muhabir: Evet.

Ailton: Hayatta 6. Lig'e gitmem, asla! Neden böyle birşey yazıyorsunuz?

Muhabir: Uerdingen'in Başkanı sizi transfer etmek istediğini söyledi.

Ailton: O adam menajerime Uerdingen'in 3. Lig'de oynadığını söyledi. Yalan konuşmuş!

Muhabir: Sizin teklifi geri çevirmemeniz için böyle birşey yapmış...

Ailton: Ailton'un fiziği yerinde. 2004 yılındaki kadar iyi değil, Bayern için yeterli değil ama 2. veya 3. lig için yeterli. 6. Lig için değil, asla!

Muhabir: Uerdingen'in Başkanı size aktif kariyerinizin sonrası için imkanlar sunmak istiyor.

Ailton: Ihtiyacım yok! Ailton'un Brezilya'da bir çiftliği var. Oraya döneceğim. Almanya güzel bir ülke ama 6. lig'de asla oynamam!

Muhabir: Başkanla konuştunuz mu?

Ailton: Asla! Ailton çok sinirli. O adam benim ismimle reklamını yapmak istiyor. Bunu mutlaka yazın.

Muhabir: Yazacağım. Ama Uerdingen'in Başkanı ile de konuşacağız.

Ailton: Tamam! Yarın beni arayın o zaman. Bye!

Muhabir: Bye!

***

Sonra ne mi oldu? Ailton kısa bir süre sonra Uerdingen ile 1,5 yıllık sözleşme imzaladı ve basın toplantısında ilk açıklaması bu oldu: "Ailton artık 6. Lig'de bum bum yapacak!" Bende diyorum ki; "ASLA!"

Maçları rahat izliyor musunuz?

Avrupa'nın dört bir yanını sardı, dur durak bilmiyor, her yere bulaştı, herkes önlem almaya çalışıyor, biz ise tehlikenin farkında değiliz ve belli ki başımıza bir felaket geldiğinde gerekenleri yapacağız. O da belki. Hayır, domuz gribinden bahsetmiyorum. Bu bahsettiğim başka bir virüs, bahis şikesi virüsü. Yada daha kısası; şike virüsü. En son İspanya'da patlak verdi. Avrupa Şampiyonu'nun ülkesinde şike yapıldığı ortaya çıktı. Daha önce Almanya'daki Bochum savcılığının tespit ettiği sayısız liglerde olduğu gibi. İspanyol savcılığı ve federasyonu hemen harekete geçti. Almanya'da da bu iddialar henüz söylenti safhasındayken ciddi bir hareketlenme oldu. Federasyon ve Lig yöneticileri acil toplantı yaparak önlemler almaya çalıştı. Savcılığın, bahis şikesi olaylarına karışan isimleri açıklamadığı bir ortamda, 3. ve 4. lig takımları bile kendi içlerinde araştırmalar yapmaya başladı, futbolculara "böyle bir olaya karışmadım" beyannamelerine imza attırıldı. Amatör takımlar Bochum savcılığına başvurarak, "bu olayda biz varmıyız, varsak ne yapabiliriz" diye harekete geçtiler, "her konuda yardımcı olacağız" açıklamaları yaptılar. İsviçre'de şikeye karıştığı iddia edilen kulüplerde futbolcular kadrodışı bırakıldı, "gerekirse ligden çekiliriz" açıklamaları yapıldı. Bosna'da, Hırvatistan'da savcılıklar harekete geçti ve bu şikeyle bağlantısı olduğu iddia edilen kişiler gözaltına alındı. Yine Almanya'ya dönersek, Federasyon, her yıl yüzbinlerce Euro'ları harcadığı bahis şikesi önleme sistemini geliştirmek için toplantılar yaptı ve gerekirse yine yüzbinlerce Euro'yu ödemek için işe koyuldu.Ya biz? Biz ne yapıyoruz? "Bizde yasa yok, biz birşey yapamayız" diye oturup film izler gibi izliyoruz olup bitenleri. Daha da korkunç olanı "Almanlar bizi karıştırmak istiyor, böyle birşey yok" diyenler var. "Bochum savcılığı da kim, onlara ne oluyor" diyenler var. Küçümsedikleri Bochum savcılığının yaptığı Türk Futboluna bir hizmettir, belki de en sevdiğimiz hobimiz olan futbol için son yılların en büyük hizmeti. "Böyle birşey yok" diyenlerin vermediği hizmeti veriyor savcılık ama biz hiç birşey yapmayarak bu hizmeti elimizin tersiyle itiyoruz. Bahıs şikesine karışan kişilerin isimleri hala açıklanmadı, bir süre de açıklanmayacak gibi görünüyor. Ama bu kişilerin hala Türk Futbolunda aktif olduğunu da biliyoruz, keza bu şikelerin hepsi 2009 yılında yaptığı açıklandı. "Süperlig maçları değildir" beyanları da ayrı bir komedi. Ne güzel, o zaman sorun yok değil mi? Türk Futbolu sadece 18 takım ve bir ligden mi ibaret? Türkiye'de sadece 2009 yılında 29 maçta şike veya şike girişiminin olduğu ve bu sadece o meşhur buz dağının görünen ucunun olduğu bir ortamda her hafta oynanan maçları ne kadar rahat izleyebiliyoruz? Ne kadar inanabiliyoruz sahada olup bitenlerin manipüle edilmediğine? Bir defans oyuncusunun kendi cezasahası önünde kaptırdığı topu bilerek kaçırmadığına ne kadar inanabiliriz? Bir forvetin müsait pozisyonda kaçırdığı golü bilerek kaçırmadığını nerden bilebiliriz? Türk Futbolunu lekeleyenler hala aramızda. "Bu iddialar ortada dolaşırken nasıl hayatlarına rahat devam ediyorlar" sorusunu sormak isterdim ama gereksiz görüyorum bunu, çünkü hala bir yaptırım yok, ve belli ki bir yaptırım gücü de. Ne virüsmüş be kardeşim…

Real Madrid iç çamaşırı...

Real Madrid merchandising olayında sınır tanımıyor. Geçtiğimiz günlerde Real'in iç çamaşırı işine gireceğini Marca ve diğer gazeteler yazmıştı. Ancak bu kadar çabuk olacaklarını tahmin etmemiştim. Şaşırdığım başka bir olay ise, manken olarak Cristiano Ronaldo'nun kullanılmaması.

2 Aralık 2009 Çarşamba

Yetenek siz misiniz? Yeteneksiz misiniz?

Frank Rijkaard, Christoph Daum, Mustafa Denizli ve Şenol Güneş: Türkiye'nın en büyük dört kulübün dört kariyerli Teknik Direktörü. Dördünün de geçmişi başarılarla dolu, kulüplerinde göreve getirildiklerinde "bu nasıl hoca tercihidir" demedi hıç kimse. Diyemezdi de. Kulüplerin büyük hedeflerini yakalama doğrultusunda göreve getirildiler. Taraftarları ve kamuoyunu heyecanlandıracak captalar. Davullu, zurnalı, hava limanı kuşatmasıyla karşılandılar. Ancak Türkiye'deki Teknik Direktör gerçeğini en kısa zamanda öğrendiler. Geçtiğimiz günlerde Hugo Broos'un Trabzonspor üzerinden yaptığı türk futbol mantalitesi analizinin içinde barındırdığı gerçekleri yaşıyorlar. Trabzonspor'da görevine yeni başlayan Şenol Güneş dışındaki üç teknik adamın ilk başta işittikleri pohpohlamaların yerini acımasız eleştiri ve adamdan saymamalızklar aldı. Yapılan ve kısa zamanda 180 derece dönen yorumlar dikkat çekici.

Görevlerine başlarken dört teknik adam hakkında söylenenler;

Frank Rijkaard: Kariyerli, başarılı, disiplini sağlar, gençlere önem verir, takım içinde huzuru sağlar, futbolcularla iletişimi çok iyidir, yardımcılarını dinler, sistem futbolunu çok iyi bilir ve uygulatır, yıldızlarla arası iyidir ama sadece yıldız diye kimseyi oynatmaz, yenilik getirir, iletişimi mükemmeldir, vs.

Christoph Daum: Dahidir, akıllıdir, kurt hocadır, Türkiye Ligini çok iyi bilir, takımıyla iletişimi çok iyidir, disiplin konusunda taviz vermez, taktik uzmanıdır, işine kimseyi karıştırmaz, gerektiği zaman babacan, gerektiği zaman sert bir hocadır, sorunlu futbolcuları bile kullanmayı çok iyi bilir, vs.

Mustafa Denizli: Şampiyon hoca, kurt hoca, piskolojik savaşlarını hep kazanır, rakibi iyi analiz eder, futbolcusunü iyi tanır, motivasyon uzmanıdır, Türkiye Liglerini en iyi bilendir, tecrübeliler ve gençlerin ayarını iyi yapar, dengeleri her zaman elinde tutar, yaşına rağmen heyecanlıdır, vs.

Şenol Günes: Güneşli günler gelecek, Güneş doğdu, rekorların adamı, Trabzonspor'un tek ilacı, Trabzonspor'un kurtuluş reçetesi, Trabzonspor'un ruhuni bilen tek adam, birleştirici, huzur verici, vs.


Bu dört ismin ikisi hakkında şimdi böyle düşünülüyor;

Frank Rijkaard: Disiplini sağlayamıyor, (önce) B Planı yok, (sonra) takımıyla çok oynuyor, futbolu bilmiyor, Barcelona'daki başarıları tesadüf, üç ün libero oynatıyor (?), takımı motive edemiyor, vs.

Christoph Daum: Bu işi bilmiyor, takımını tanımıyor, disiplini sağlayamıyor, (önce) belli bir düzenin dışına çıkamıyor, (sonra) sistemiyle çok oynuyor, takımının dediğini yapıyor, hedefleri kücük, takımı motive edemiyor, kaprisli, inatçı, vs.


Bu dört isminden biri hakkında yakın zamanda aşağıda yazıldığı gibi düşünülüyordu, şu an yine yukarda yazıldığı gibi anılıyor;

Mustafa Denizli: Yorgun, kafasında işi bitirmiş, canı istemiyor, aklı çeşme'de, takımıyla çok oynuyor, futbolcuları yanlış yerde oynatıyor, hep bir süpriz peşinde, yıldızlarını kullanamıyor, (önce) korkak (sonra) çok cesur, herkesi küçümsüyor, vs.


Bu dört isimden birtanesi de Şenol Güneş. O henüz yeni başladığı için "sonra bunlar konuşuldu" diyemiyoruz ama daha önce üç kere çalıştırıp ayrıldığı Trabzonspor'da nasıl zorluklar yaşadığını herkes iyi biliyor. Bu yüzden İstanbul'da çalışan üç meslektaşı hakkında yazılan ve söylenenlerin aynısını onada ayarlanacak bir müddet sonra.

Eleştirim, eleştiriye değil. Konuşulan bazı yanlışları tartışmıyorum, cünkü eleştirilecek hatalar yapılıyor ama her şeyi bu kadar siyah beyaz görmek gerçekten akıl dışı bir olaydır. Saydığım dört teknik direktörlerin takımları galip geldiğinde adam gibi adam ve iyi teknik direktör olmalarını, kaybettikleri zaman da adamlığını tartışmak ve yıllarca eğitim gördükleri ve uluslararası tecrübe kazandıkları mesleki yeteneklerini tartışmayı kabullenemiyorum. "Yetenek Sizsiniz" yarışma programından çıkmadı bu hocalar. Amatör değiller, yeteneksiz değiller. Bunun böyle olup olmadığını da, tuttukları takımların mağlubiyetine kızdıkları için canı yanan yada hizmet ettikleri muhalif kişilere yaranmaya çalışan yazarların yorumuna kalmış değildir.

Dünya Kupası Torbaları

1. Torba: Almanya, Güney Afrika, Italya, Brezilya, Ispanya, Arjantin, Ingiltere, Hollanda

2. Torba: Avusturalya, Yeni Zelanda, Japonya, Güney Kore, Kuzey Kore, Mexika, ABD, Honduras

3. Torba: Fildişi Sah., Ghana, Nijerya, Kamerun, Cezayir, Şili, Paraguay, Uruguay

4. Torba: Fransa, Portekiz, Isviçre, Yunanistan, Danimarka, Sırbistan, Slovakya, Slovenya

Kuralar, Cuma aksamı çekilecek...

1 Aralık 2009 Salı

Milli Takım ve Klaus Toppmöller

Bu bir haber değildir. En azından Türkiye kısmı haber değildir. Ama yinede basının bir kanadı bunu daha önce yaptığı gibi özel haber olarak kullanacağından da eminim. Önemli değil, hislerimi kaynak göstermek isteyenler varsa, onlara kalmış birşey. Uzatmadan konuya gelelim. Bundesliğa Resmi Sitesi'nden bir arkadaşım pazar günü Klaus Toppmöller ile Bundesliga'daki gelişmeler hakkında bir röportaj gerçekleştirdi. Toppmöller, bu röportajın başlarında şu an neler yaptığıyla ilgili klasik bir soruya şöyle bir cevap verdi: "Noel'den önce yurt dışında bir ise başlayacağımı açıklayacağım. Bu bir Milli Takım olacak. Polonya'nın bir girişimi oldu ama izinde olduğum için ulaşamadılar ve olumsuzlukla sonuçlandı. Ama bu açıklayacak olacağım yeni hedefim, Polonya'dan daha üst bir kalibrede." Bulgaristan ve Çek Cumhuriyeti ile de görüşmeleri olmuş, ancak anlaşamamış. Buraya kadar herşey haber değeri taşıyor, bundan sonrası benim hislerimdir. Toppmöller, Türk Milli Takımı'nın başına geçerse şaşırmam. Nedenleri; Futbol ülkesi olarak Alman Teknik Direktör sevdamız, Toppmöller'in daha önceki Milli Takım tecrübesi (Gürcistan), Toppmöller'in sezon başında Trabzonspor ile görüşmesi, ailesiyle İstanbul'a kadar gelmesi ve bu esnada "Türkiye'de çalışmayı çok isterim" sözleri gibi ayrıntılar - yazdığım gibi herhangi bir duyum, off the record bilgi almadık Toppmöller'den. Alman hocanın, Türkiye'yi taşıyacak çapta bir Teknik Direktör mü? Eğer bu tahminim gerçeklirse, onu ayrıntılı bir şekilde yazarım...