30 Kasım 2009 Pazartesi

Lincoln musun birader?

Luca Toni, Bayern Münih'ten ayrılmak istiyor. Teknik Direktör Louis van Gaal ile arasındaki ilişkiye kötü diyemeyiz cünkü bir ilişki yok ortada. Konuşmuyorlar, iletişim kurmuyorlar. Toni devre arasında İtalya'ya dönmek için gün sayıyor. Hannover 96 deplasmanında kadroya girmesi herkesi şaşırttı ama maç öncesi ve devre arasında hiç ısınmaması, alaycı hareketleri biraz da olsa Galatasaray'ın eski belalisi Lincoln'u hatırlatmadı değil...

29 Kasım 2009 Pazar

Melih Gökçek, Beşiktaş'a Başkan olsana!

Sezon başında Galatasaray ve Fenerbahçe galibiyet serileri yakalarken, Beşiktaş gol bulmakta bile zorluk çekiyor, bunun sonucunda galibiyet almakta zorlanıyordu. Şimdi görüntü değişti. Galatasaray ve Fenerbahçe yokları oynuyor, Beşiktaş 8'de 8 yaparak 24 puan topladı ve lidere nefesini hissettirmeye başladı. Bu gidişle Beşiktaş'ın devreyi lider kapatması süpriz olmaz. Peki ne değişti de Beşiktaş puan kaybetmez oldu son haftalarda. Futbolunda aşırı bir düzelmenin olduğunu söyleyemeyiz. Rahatlıkla söyleyebileceğimiz başka konular var; Mustafa Denizli'nin takımıyla daha az oynaması ve bazı oyunculara güvenmeye başlaması takıma olumlu şekilde yansıdı. Diğer bir konu ise Beşiktaş'ın yendiği 8 rakibin de Ankaraspor boşluklarından dolayı Beşiktaş maçları önceleri uzun bir süre maç yapmaması. Bunun ne derece avantaj yada dezavantaj olduğunu tartışmıyorum ancak istatistikler yalan söylemiyor; bay çeken takımların hepsinin Beşiktaş'a yenilmesi kayda değer bir konu. Beşiktaşlılar, bu lig kaosuna neden olan Melih Gökçek ve arkadaşlarına nerdeyse teşekkür etmemiler. Hatta Beşiktaşlıların moda tezahüratıyla ve bununla başlığı da tekrar anlatmış ve hatırlatmış olalım: Başkan olsana Başkan olsana, Melih Gökçek Beşiktaş'a Başkan olsana!

Acımasız Magath

Cumartesi akşamı. Borussia Park. Mönchengladbach. Schalke 04, Borussia Mönchengladbach deplasmanında alacağı bir galibiyetle Lincoln döneminden beri ilk kez liderliğe yükselebilecek ancak Schalke kötü oynayarak haklı bir mağlubiyet alıyor. Maçtan sonra Gladbachlı oyuncular maskotlarıyla birlikte sevinirken, Magath oyuncularına saha içinde maç sonu antrenmanı yaptırıyor. Tribünlerden gelen kahkahalara kulak tıkamak mı? Mümkün değil...

32 yıl sonra gelen jübile maçı...

Bayern Münıh'te yeni bir dönem başladı geçtiğimiz günlerde. Uli Hoeness menajerliği bıraktı, hem kulüp derneğinin Başkanı, hemde şirketin Denetleme Kurulu Başkanı oldu. Franz Beckenbauer ise Bayern'deki bütün görevlerinden ayrılarak Onursal Başkan olarak hayatına devam edecek. Bu bilindik ve beklenen gelişmelerin dışında Beckenbauer'i asıl sevindiren başka bir gelişmeyi Bayern Münıh'in patronu Karl-Heinz Rummenigge açıkladı. Futbolu bıraktığında yeterli bir tören yapılmadığı için, Beckenbauer'e futbolu bıraktıktan 32 yıl sonra bir jübile maçı yapılacak. Rakip mi? Rummenigge'nin ifadesi ile "Dünya'nın en başarılı ve en ünlü kulübü" Real Madrid. Maç 2010 yılında Allianz Arena'da oynanacakmış. Jübile problemi yaşayan Galatasaray için hiç de fena durmayan bir yöntem sanki...

26 Kasım 2009 Perşembe

Bayern Münih 1-0 Maccabi Haifa

Beşiktaş zaferinin yaşandığı saatlerde Bayern Münih kendi evinde ölüm-kalım maçına çıktı. Maccabi Haifa karşısında sadece Şampiyonlar Ligi'nde devam edip edilmemesi değildi konu. Bütün sezonun gidişatı bu maça bağlıydı aslında. Bayern Münih, bu akşam Şampiyonlar Ligi'nden elenseydi, yarın büyük ihtimalle Louis van Gaal, Holldanda'ya oneway uçak biletini alacaktı. Uli Hoeness görevinin son günlerinde yeni bir teknik direktör için arayışlara girecekti. Luca Toni, İtalya'ya dönmekten vazgeçecekti. Ama sakatlıktan yeni çıkan İvica Oliç herşey değiştirdi. Attığı tek gol Bayern'e galibiyet ve derin bir nefes sağladı. Aynı anda Bordeaux'nun, Juventus'u kendi evinde 2-0 yenmesi, Bayern'i sevindirdi, Juventus - Münih finalini sağladı. Bu arada Bordeaux'un iki yıl önce Galatasaray'a yaptığı kıyağın (Panionios galibiyeti) benzerini Bayern'e yapması, kayda değer bir konu. Ancak Bayern bu kıyağı nasıl kullanacağı meçhul. Zayıf Haifa karşısında 90 dakika üstün oynasada, pozisyon bulmakta zorlandı ve yine seyircinin isyanına uğradı. Sakatlıkları devam eden (ve hiç bitmeyen) Arjen Robben ve Franck Ribery ikilisinin eksikliği fazlasıyla hissediliyor. Bu oyuncuların yokluğunda forma şansı yakalayan Hamit Altıntop'un, Leverkusen maçı öncesi ısınırken sakatlanması ve hala düzelememesi hem kendi adına hemde Bayern Münih adına ne kadar şanssız bir sezonun geçtiğine dair önemli bir gösterge.

24 Kasım 2009 Salı

Europa League Finali Anketi...

...sonuçlandı. Galatasaray - Fenerbahçe finali olmaz diyenlerin oranı 60%. Katılan herkese teşekkürler.

23 Kasım 2009 Pazartesi

Bundesliga'da sözleşmesi bitenler..

Bundesliga'da 176 futbolcu sezon sonu serbest kalıyor. Tabii ki bunların aralarından kulüpleri ile yeniden anlaşacak olan isimler olacak ama menajerlerin şimdiden başka kulüpler ile temas halinde olduğunu da tahmin etmek zor değil. Bu 176 futbolcunun arasında bazı kulağa hoş gelen isimler var.


Halil Altıntop: Hergün spor sayfalarını süsleyen bir isim. Schalke Teknik Direktörü Felix Magath'ın beğendiği bir oyuncu olsada, Schalke'nin yüksek maliyetli oyuncuları ile yollarını ayırma isteğine kurban gidebilir. Bundesliga'dan sayısız teklif alacaktır, bunlardan biri Eintracht Frankfurt olduğu söyleniyor, Türkiye'den gelen tekliflerden hiç bahsetmiyorum bile.

Hamit Altıntop: İkiz kardeşi Halil gibi özellikle Türk takımlarının gözdesi. Geçen sezonun başında Liverpool istedi, ondan önce Fiorentina. Yaşadığı sakatlıklara rağmen gözde olan bir futbolcu. Louis van Gaal'in Bayern'deki geleceği, Hamit'in geleceğini de etkiliyebilir.

Kevin Kuranyi: Halil'de olduğu gibi; Schalke yüksek maliyetli oyuncuları gözden geçiriyor. Felix Magath'in prensi ama ama Schalke'de en yüksek parayı alan oyuncu olması itibariyle kara listeye girebilir. Bu sezon gösterdiği performans ile birçok kulübün gözüne girmeyi başardı tekrar.

Mark van Bommel: Louis van Gaal'in Bayern Münıh'deki kaptanı ve sağ kolu - bu yüzden "kesin kalacak" kategorisinde - AMA! Van Gaal'in, Bayern'de ne kadar kalacağı meçhul. Ayrıca Bayern Münih, 30 yaşı üstü oyunculara hep bir yıllık sözleşme teklif ediyor. Bu ise Van Bommel'i son derece rahatsız eden bir konu.

Paolo Guerrero: Hamburg'un şanssız golcüsü. Sezona çok iyi başladı ama ilk haftalarda çapraz bağları koptu. Hamburg onu tutmak istiyor ama teklif ettiği sözleşmeyi Guerrero kabul etmedi. Maddi konular nedeniyle kulüpten ayrılabilir.

Manuel Friedrich: Leverkusen'in değişmez stoperi. Özellikle Jupp Heynckes'in gelişi ile daha iyi bir görüntü içinde. Yaşı 30, piyasadaki stoper yokluğunda kulüpler için fena durmayan bir seçenek.

Aaron Hunt: Bitti denildi onun için. Devamlı sakatlık, devamlı bir problem. Ama Aaron Hunt eleştirilere güzel bir cevap veriyor bu sezon. Werder Bremen'de Marko Marin ve Mesut Özıl ile çok iyi bir uyum içinde, Fabio Capello onu İngiltere Milli Takımı için düşünüyor. Joachim Löw de hemen kadrosuna çağırdı. Yaşı henüz 23.

Emin Yalın: Felix Magath'ın Schalke'de ilk transferleriydi. Atletik bir yapıya sahip, çok yetenekli ve henüz 20 yaşında. Devamlı oynayabildiği bir kulübü, yedek kaldığı Schalke'ye tercih etmek isterse, transferi söz konusu olabilir.

Martin Demichelis: Kalburüstü bir stoper ama yaşadığı sakatlıklar nedeniyle form düsüklüğü yaşıyor. Arjantin Dünya Kupası kadrosunda yeri kesin gibi. 28 yaşında ve iyi bir sözleşme için başka kulüpleri de tercih edebilir.

Daniel van Buyten:
Küllerinden doğan stoper! Bayern Münih'in en golcü ismi neredeyse. İnter'e giden Lucio'yu aratmadı, Bayern onu tutmak istiyor. Özellikle yakın arkadaşı olan Franck Ribery'nın yakın bir dostunu kaybetmemek için.

Ricardo Costa: Saragossa'ya transferi kesin gibi birşeydi, antrenmanına bile katıldı ama transfer son anda yattı. Dönüşünde önce tribünde oturdu, sonra yedek kaldı, şimdi Wolfsburg'da değişmezlerin arasında. Eski Portolu formunun zirvesinde.

Yacine Abdessadki: Freiburg'un orta sahasındaki süper teknik bir oyuncu. Göbekte, sağda ve solda görev yapabilen 28 yaşındaki oyuncuyu kulübü tutmak istiyor. Ancak iyi bir teklif gelirse, gidebilir. Aynısı takım arkadaşı Mo İdrissou için geçerli.

Javier Pinola: İki sezon önce Bundesliga'nın en iyi solbeklerinden birtanesiydi. Kulübü 2. Lig'e düşünce "kesin transfer olur" denilmişti, hatta Schalke'ye transferi konuşuluyordu ama Pinola kaldı ve taraftarın sevgilisi oldu. Arjantin Milli Takım'ına aday gösterildi bir ara. Eski solbek, şimdilerde stoper oynuyor.

Yıldıray Bastürk: Bay Sakatlık. En azından bu sezonun başına kadar bu ismi hak ediyordu. Ancak bu sezon hiç sakatlanmamasına rağmen kadroya girmekte zorluk çekiyor. İki hafta önceki Bayern Münih maçında uzun zaman sonra oyuna dahil oldu ama son Hertha maçında yine kadroda değildi. Büyük bir ihtimalle yollar ayrılacak.

İlgi çekici birkaç ismi ilerleyen günlerde paylaşacağım...

Mehmet Güven kabusu bitmedi

Çocuğa ayıp ediyorum belki, hatta kesin olarak ayıp ediyorumdur. Son yıllarda Galatasaray'ın iyi gitmeyişleri Mehmet Güven çağrışımlarını sağlamıştı bende. Arda ve Aydın'dan daha yetenekli olduğu söylenen, ki bu Arda tarafından da iddia edilmişti, ama yeteneklerini hiçbir zaman göster(e)meyen Mehmet Güven, maçın gidişatı ne olursa olsun Karl-Heinz Feldkamp ve Michael Skibbe'nin oyuncu değişikliklerinde prensiydi. İyi oynadığına şahit olamadık çoğu zaman. Daha ötesi son derece moral bozucu bir futbol oynuyordu - büyük ihtimalle heyecandan. Transferin son günlerinde Galatasaray, Mehmet Güven'i takasta kullanıp gönderirken "kabus bitti" dedik içimizden ama kabus bitmedi. Galatasaray - Manisa maçında bu sefer misafir takımda sonradan oyuna dahil oldu. Yine bir oyuncu değişikliği. Yine Mehmet Güven ve yine sarı kırmızılı takımda bir iyi gitmeyiş. Galatasaray'ın puan kaybından öte kötü oyununu tabii ki Mehmet Güven'e bağlayacak değilim ama zanediyorum ki bugün hala Galatasaray'ın sözleşmeli oyuncusu olsaydı bugünlerde oynama şansı yüksekti. Frank Rijkaard'ın sezon başındaki futbol kalbine hitap, içine Otto Rehhagel kaçmış futbol yorumcularına ters gelen ofansif futbolundan sonra, son birkaç haftada Bülent Korkmaz'ın Galatasaray'ını hatırlatan, skoru bulup üzerine yatan, bir takımı izler olduk. Bunu da Galatasaray'ın iç sahada olsa bile yapamadığını öğrendik artık. Manisa hareketli oyuncularıyla Galatasaray'ın üzerine baskılı geldi. Yaser Yıldız, Galatasaray'da bir maçta bile oynayamadığı hareketli bir futbol oynadı, Ergin Keleş'in Trabzonspor'da Umut ve Gökhan'ın olduğu bir ortamda niye forma şansı bulamadığını sorar olduk, Joshua Simpson'un bir zamanlar niye Almanya'da geleceği parlak oyunculardan biri olduğunu tekrar hatırladık - birde Ayhan Akman'ın gününde olmadığı zaman ne kadar itici bir futbol oynadığını. Galatasaray artık klasikleşmiş fırsat tempe işine girdi yine, liderlik ayağına kadar geldi, Galatasaray "istemem" dedi, 13. hafta da Beşiktaş'a yaradı.

Son bir not: Mehmet Güven, lütfen alınma...

22 Kasım 2009 Pazar

İkili Mücadelede Gülen Adam: A. Keita

Almanya - Fildişi Sahili maçında foto muhabiri güzel yakalamış, adamın yüzünde hep bir gülücük var...

19 Kasım 2009 Perşembe

Milat mı? Al sana Milat!

Nefret ettiğim bir kelimedir aslında. Milat. Türkiye'de herhangi bir olay olur. "Milat olsun" denilir, ertesi gün aynı olay tekrarlanır, hemde "Milat olsun" diyen kişilerin katkılarıyla. Bir ceza kesilir. "Milat olsun". Bir Teknik Direktör kovulur. "Milat olsun". Biri saçlarını kestirir. "Milat olsun". Ama o kadar nefret ettiğim bu beş harflı kelimeyi şimdi ben kullanacağım. Yiğit Sardan'ın istifa etmesi bir milat mı? Olabilir ama bence asıl milat, Sardan'ın yaptığı açıklama ve istifa gerekçeleri. Camia ve kamuoyunun bir "kelle" istediği için bilindik istifalardan biri değil bu, bir insanın kendi doğrularına yakışmayan gelişmelere tepkisi ve kendi prensiplerine aykırı olduğu için alınmış bir kararıdır. Yiğit Sardan'ı, Adnan Polat yönetimindeki dengeyi sağlayan kişilerden biri olarak görmüşümdür her zaman. Galatasaray, bu istifa ile dengeyi kaybeder mi bilemem ama ilk etapta bir sarsıntı yaşayacağına inanıyorum. Basketbol şubesinde yaşanan olayı da hala doğru dürüst anlayabilimiş değilim. Hata demek istemiyorum, çünkü hata bir oyuncu değişikliğinde yapılır yada ne bileyim transferde, vs.. Bu organize bir suçtur, suçun neden işlenildiğini anlamak mümkün değil. Bir suçu birşeyleri elde etmek için işlersiniz, bir hazırlık maçında Cemal Nalga'yı oynatarak ne elde edildi? Hiçbirşey. Mehmet Helvacı "ihraçı düşününmek istemiyorum" diyor. Bence Galatasaray ihracı beklemeden bu sezon için kendi kendine bir karar alıp, Erkek Basketboluna bir paydos demeli. O 5 harfli kelimeyi birdaha kullanacağım; milat olur...

Euro 2008'in Yarı Finalistleri

Almanya, İspanya, Rusya ve Türkiye 2008'de yarı final oynayan takımlar oldu. İspanya çok rahat, Almanya'da çok sıkmadan Dünya Kupasına gidiyor. Euro 2008'in iki heyecan veren takımı Türkiye ve Rusya ise Güney Afrika'da yok. Bu şanssızlık mı? Becerisizlik mi? Erken havaya girmek mi? Bence hepsinden biraz var. Yarı finalistlerden bahsetmişken. Guus Hiddink, Rusya'nın elenmesinden sonra büyük ihtimalle ayrılacak. Milli Takım için en kuvvetli adaylarından biridir artık.

18 Kasım 2009 Çarşamba

Hamit Altıntop'un transferi üzerine...

Hamit'in, Bayern'deki durumu son haftalarda oldukça kötüydü. Birkaç maç üst üste 90 dakika yedek kaldı, sonra oynadığı ilk maçta kendi kalesine gol attı. Son Schalke maçında 30 dakika oynadı uzun bir zaman sonra. Transfer haberleri aldı başını gidiyor, sadece Türkiye kaynaklı değil, Almanya'da da Galatasaray söylentileri var. Hamit konuyla ilgili dün bazı basın mensupları ile konuştu. Devre arası transferini düşünmüyor. Türkiye'den herhangi bir kulüple görüşmediğini söylüyor. Bayern'de bitecek olan sözleşmesi ile ilgili Mart veya Nisan'da bir karar alacağını söylüyor. Şahsi fikrime göre Hamit'in gönlü Bayern'den yana, Teknik Direktör Louis van Gaal ile arası da söylenildiği kadar kötü olmadığını, hata baya iyi olduğu yönünde beyanatı var. Bayern olmaz ise, hem Bundesliga'da hemde Premier League'de talipliler çıkacaktır. Peki Süperlig transferi? Yine şahsi fikrim: Düşük bir ihtimal...

16 Kasım 2009 Pazartesi

Derbi, Işın Çelebi, Antu ve Orta Parmak

Fenerbahçe - Galatasaray futbol maçı sonrası "ne kazanan çekiliyor ne kaybeden" diye yazmıştım. Basketbol maçı sonrası fikrim değişmedi. Kazanmayı ve kaybetmeyi öğrendiğimiz gün, iyi bir spor ülkesi olmak için sağlam bir ilk adım atacağız. Mücadele eden, iyi niyetli sportif olarak birşeyleri elde etmek isteyen bir sporcu kitlesinin emeğine bu kadar gölge düşürülemez. Bu konuda büyük diye tabir ettiğimiz kulüpler her geçen gün sınıfta kalmaya devam ediyor. "Böyle bir olayı ilk defa yaşıyoruz" demeyeceksin, cünkü hep yaşıyorsun ve yaşatıyorsun, bi zahmet "çok fazla bir olay yok" demeyeceksin, cünkü kimse kör değil. Bütün bu nahoş derbi görüntüleri sonrası Antu'da sahane bir soruya rastladım. Akşam akşam yüzümde bir tebessüm yaratan "kadayıf" nickli arkadaşa çok teşekkürler...

(Büyük boyutta görmek için resime tıklayın...)

Hiç de benzemiyorlar be usta... :)

15 Kasım 2009 Pazar

İrish Pub'da İrlanda - Fransa ve İstanbul...

Malum bizim Milli Takım hedefsiz, hocasız ve rakipsiz kalınca, cumartesi akşamı futbol açısından öksüz kaldı. Ümit Milli maçını da canlı veren olmadığı için başka hedeflere yöneldim. Birkaç arkadaş ile yaptığımız "hangi maçı izliyelim" toplantısından "İrish Pub'da İrlanda - Fransa maçı" kararı çıktı. Mekanı da hemen belirledik. Münih'in göbeğindeki "Killians". Rezervasyon için aradığımızda ağır İrlanda aksanı ile Almanca konuşan bir eleman "rezervasyon alamıyoruz, doluyuz ama yinede gelin, belki yer bulursunuz heheh" diye bir "bilgi" aldık. Yapacak birşey yoktu, maçtan bir saat evvel gidersek belki sağlam bir yer kaparız dedik. Sonuç? Evdeki hesap, çarşı dumuru...

Çünkü mekana o gün sadece İrlanda - Fransa maçını izlemeye gelen bir kitle yoktu. İngiltere - Avusturalya Rugby maçını izleyenler de vardı ve açıkçası futbol taraftarından daha ateşli ve daha alkollülerdi. Futbolda "yuhhh adamın ayağını kırdı laynnn" diye gerildiğimiz pozisyonlarda rugbyciler, futbol taraftarının bir taç atılırken içinde bulunduğu sıfır heyecanı içerisindeydi. Açıkçası İrlanda - Fransa maçı o kadar zevksız başlamıştı ki, tek bir kuralını bile bilmediğim Rugby'ye kaydı gözüm devamlı. Birde ağzı burnu kan içinde olan ama elindeki birasını eksik etmeyen bir İrlandalıya. Kiminle dövüştü acaba? Bir Fransızla mı? Mümkün değil! Mekanda sayı olarak çok fazla Fransız vardı ve devamlı tezahürat yapıyorlardı, marşlarını bir ağızdan söylemişlerdi yüksek sesle ve tek bir İrlandalı "ne işiniz var lan burda" demedi. Bu kanlı arkadaş ya evde hanımdan sopa yedi yada sarkıntılık yaptığı garson kızdan.

Maç bir türlü havaya giremedi. Arkadaşlarla Fransa'nın forvet oyuncusu Gignac'ın nasıl telaffuz edildiği tartışmasına girecek kadar canımız sıkıldı bir ara. Kiknak, Jinnyak, Geynayk, Konyak...yaratıcılıkta sınır yoktu. Taraftarların keyfine ise diyecek birşey yoktu. "Come on boys in green" diye bağırıyorlardı devamlı. Arada bir "İrrreeeland", arada bir "ouvvv". Ama beni en dumur bırakan tezahürat "İstanbouuul, İstanbouuul" du. Birşey mi kaçırdım? Ne oluyor? Niye İstanbul? Cevabını bulamadım - bilen de yoktu. Bu arada İngiltere - Avusturalya maçını izleyen kitleden ses gelmemesi de dikkat çekti - maç da devam ediyordu oysa. Ama son duruma bakınca, sessizliğin nedeni anlaşıldı: Avusturalya 46 - İngiltere 16. Bizim futbol maçında daha şut yokken adamların maçına bak - rezalet...Tam futbolun ne kadar sıkıcı bir spor olduğu hakkında panel düzenlerken, eski Fenerbahçeli Anelka maça yakışır bir gol attı. Kötü bir şut, birinin kalçası topun yönünü değiştiriyor, kaleci ters köse ve gol. Killans'deki Fransız taraftarı coşarken, İrlandalılar birbirlerine bakıp "come on boys in green" temposuna devam etti. Oysa ekranda "boys in çaresizlik" filmi vardı. Maç 1-0 bitti. Fransızlar sevinçli, İngilizler ve İrlandalılar ortak bir üzüntü içinde, Guiness siparişleri peşpeşe...ben ise "niye İstanbul" soru işaretleri içinde yeşil gecede kayboldum...

Enke'den veda...

14 Kasım 2009 Cumartesi

Ateş etme Luca, arabada kızlar var!

Luca Toni, Münih'te bir bisiklet yarışının startını verirken...

12 Kasım 2009 Perşembe

Frank Rijkaard ve Takımı...

Kaynak: galatasaray.org

11 Kasım 2009 Çarşamba

Almanya - Şili maçı iptal edildi!

Robert Enke'nin ölümünden sonra Şili ile oynanacak olan maç için böyle bir karar alındı. Federasyon Başkanı Dr. Theo Zwanzıger: "Şu an futbolu düsünecek halimiz yok." Takım kampı terk etti.

Robert Enke'nin intihar nedenleri...

Robert Enke'nin intihar ettiği kesinleşti. Veda mektubunda yakınlarından özür diliyor. Alman kalecinin kulübü, eşi ve psikiyatristi az önce bir basın toplantısı düzenledi. Enke uzun zamandır depresiyon geçiriyormuş ancak hastalığını doktoru ve eşi hariç herkesten gizliyormuş. Hastane tedavisini de kesin olarak geri çevirmiş. Psikiyatrin açıklamasına göre İstanbul ve Barcelona maceraları sonrası bu depresiyonlar başlamış, ara ara kesildikten sonra özellikle kızının ölümü ve geçtiğimiz aylarda geçirdiği ve haftalarca ne olduğu belli olmayan hastalığı sonrası tekrar başlamış. Eşi Teresa: "İstanbul ve Barcelona dönemleri sonrası çok zordu. Ama beraber başarabileceğimize inandık. Sonar Lara öldü ve daha çok kenetlendik. Sevgi ile herşeyi başarırız dedik ama başaramadık". En büyük korkusu futboldan kopmakmış. "Futbol ve takım bana güç veriyor" diyormuş her zaman. Eşinin basın toplantısındaki halı gerçekten çok üzücüydü. Hannover takımı bir müddet antrenmana çıkmayacak.

Robert Enke'nin ardından...

Yalancı bir hüzün değil bu. "Herkes üzülüyor, bende katılayım" üzüntüsü değil. İnsan şahsen tanımadığı, yüzyüze gelmediği, iki kelime konuşmadığı bir insanın ölümüne bu kadar üzülmesi tuhaf belki ama gerçek. Belki de futbolculuk döneminde çok başarılıyken bile çok efendi, çok mütevazi, kısaca insan gibi olması nedeniyle çok sevdik onü. Adam gibi adam diyoruz ya - Robert Enke'den de bahsediyorduk bunu deyince. Ama adam gibi adam dertliydi ama bu derdini kimse yansıtmıyordu. Ölümünden iki ay önce Enke hayatı ile ilgili bunları demiş: "Çok şey yaşadım, hem iş hayatımda hem özel hayatımda. Hayatı biri yönlendiriyor mu bilmiyorum ama bildiğim tek şey; hiç birşeyi değiştiremiyorsunuz. Bir sakatlığı sindirmek zorundasınız, bir mağlubiyeti sindirmek zorundasınız. Hatta doğan çocuğunuzun hasta olup ölmesini bile sindirmelisiniz." Sindirmek istediklerini sindiremedi Enke. 2 yaşında ölen çocuğunun açısını hala yaşıyordu, geçirdiği ve haftalar sonra ne olduğu belli olan hastalığını sindiremedi. Belki de "neden hep ben" dedi kendi kendine Salı akşamı Mercedes marka arabasını bir tren geçidinin yanına park ettikten önce. Hayatına son verdiği tren yolunda yüzlerce adım attıktan önce. Piskolojik tedavi gördüğü ölümünden sonra ortaya çıktı. "Herşeyin üstesinden gelmeye çalışıyordu" diyor Hannover Başkanı Martin Kind. Başarılı olamadı. Robert Enke 32 yaşında kendi yaşamına son verdi ve Almanya'da hayatın akışını değiştirdi. Philipp Lahm'in Bayern yönetimine baş kaldırışı, Joachim Löw'ün Türkiye Milli Takımı'ndan teklif alıp almadığı, Hertha Berlin'deki kriz - bunların hepsi bir çırpıda unutuldu. Robert Enke'nın ardından herşey anlamsız kaldı...

10 Kasım 2009 Salı

Robert Enke Vefat Etti!

Hannover Kalecisi ve Fenerbahçe'nin eski file bekçisi Robert Enke hayatını 32 yaşında kaybetti. Hannover Başkanı Martin Kind BILD'e açıkladı. Vefat sebebi henüz belli degil. Diyecek fazla birşey yok, çok üzgünüm...

Yeni bir gelişme: Robert Enke büyük bir ihtimalle intihar etti. Polisin ilk açıklaması bu.



Bir Sarı Kartın Hikayesi

"Ahhhh...yandııım..."

"Ölüyorum galiba..."

"Saa..saar..sarıı mııı? Bana mı? Lannn!?"

9 Kasım 2009 Pazartesi

Top onuda sevmeye başladı

Müthiş bir yeteneğe sahip olan bir insanın, uzun zamandır yeteneğini sadece kullanmayıp, geçmişini de silmeye girişmesi bizi üzmüştü. Ama Ronaldınho sanki eski zamanlarına hafiften dönmeye başlıyor. Son Barcelona ve nerdeyse tamamiyle Milan dönemi koca bir hiç içinde geçmişti, o topu sevmedi, top da onu. Şimdilerde Ronaldınho form tutmaya başlayınca, verdiği röportaj sayısı da oldukca arttı. Brezilyalı yıldız bunlarin birtanesinde "İtalya'da bizim kadar hücum oynayan bir takım yok. Barcelona'ya benziyoruz. Milan daha da iyi bir takım olacak" dedi. Milan seninle daha iyi olacak, Dinho!

Yıldıray Baştürk'ün Dönüşü

Sezon başında Beşiktaş ile adı anılmıştı ama tranfer gerçekleşmedi. Belki de Beşiktaş'ın, Yıldıray Bastürk'ün gerçekten sağlıklı olduğu konusunda süpheleri vardı. Aynı şüpheler Stuttgart'ta da var olduğu için, bu oyuncu ile yollarını ayırmak istediler. Teknik Direktör Markus Babbel kadrosunda hiç düşünmedi, zor dönemlerde bile kadrosuna almadı, ancak Yıldıray pes etmedi; uzun bir zaman sonra ilk kez sezon başı kampının tamamına katıldı - sakatlanmadan. Parmağındaki ufak bir rahatsızlık dışında sezon başından beri bir kere sakatlanmadı, hiçbir antrenmanı kaçırmadı ve mükafatını haftasonu Borussia Mönchengladbach maçında aldı. En son 27 Ocak 2008'de Bayern Münih ile oynanan kupa maçında oynayan Yıldıray, 10 aydan uzun bir süre sonra ilk kez forma giydi. Sadece 9 dakika oynasada, onun için önemli bir gelişme. Teknik Direktör Babbel "Hiç yılmadı, yeni sistemimizde ona göre bir mevki olmadığı dönemde bile çok çalıştı" açıklamasını yaptı. Yıldıray'ın yorumu da çok farklı değil: "Kendim ile ilgili hiç şüpheye düşmedim. Hocam hep çok iyi çalıştığımı söyledi. Kendimi hazır hissediyorum ama tabii ki maç eksiğim var." Bu eksiği de önümüzdeki haftalarda giderecek gibi...

Galatasaray'dan beklenen nedir?

Diyarbakırspor - Galatasaray maçından sonra yapılan yorumları dinliyorum. Aklım almıyor. Frank Rijkaard ve futbolcuların galibiyete sevinmesine bile eleştiri getirildi. Galibiyetin nasıl geldiği konusundaki eleştirilerden bahsetmiyorum bile. Bir grup insan Galatasaray'dan fark bekledi anlaşılan. Deplasmanda. Diyarbakır'da. Turkcell Süperligi'nde. Bu rüyadan uyanın arkadaşlar. Galatasaray'ın aldığı galibiyet çok önemliydi, nasıl olduğu ilk etapta ilgilendirmiyor. Ayrıca çok kötü başladığı ve geriye düstügü maçta, soğukkanlı kalıp maçı çevirmesini bildi, maçın büyük bölümünde kontrolü eline aldı - 10 kişi kaldıktan sonra bile. Ayrıca Diyarbakırspor herhangi bir takım da değil, Pazar akşamı çok iyi oynamamasına rağmen, baya iyi bir takım. Sezon başlamdan iki hafta önce ilk11’i çıkartacak kadar futbolcusu olmayan bir ekibin şimdiye kadar gösterdiği lig performansı alkışa değer. Bu yüzden Galatasaray’A yapılan bu acımasız eleştirileri anlamak gerçekten güç. Galatasaray'dan beklenen nedir? Her rakibini gole boğması mı? Bazı maçlar ve bazı rakipler buna mutlaka müsaittir ama bunu her maçta beklemek komik. Ayrıca daha iki hafta önce daha "Rijkaard çok ofansif oynatıyor, B Planı yok" diyenler, şimdi "takım çok geriye yaslanıyor, nerdeyse korkak oynatıyor" diyor. Bir karar verin artık. Ne istiyorsunuz? Adam B Planı değil, Z Planını bile uyguladı ama futboldan anlamıyorsanız, bu sizin sorununuz, Rijkaard'ın değil.

7 Kasım 2009 Cumartesi

Avni İnönü Aker Stadı ve 84 Numara

Aynı filmi iki kere izlemiş gibiyim. Kazanması gereken bir ev sahibi takımı, kazanması gereken bir misafir takımı. Kazanan misafir takımını alkışlayan ve aynı anda yönetimini protesto eden ev sahibi taraftarı. Beşiktaş - Wolfsburg ve Trabzonspor - Beşiktaş macları: Avni Aker ve Inönü stadlarında aynı manzaralar ve her iki maçın başrolü yine bir isim: Hakan Arıkan.

Rüstü'nün sakatlığı nedeniyle Wolfsburg maçında görev alan Hakan, o maçta çok kötü bir performans gösterip, Alman basının bile alay konusu olmuştu. Trabzon'da ise takımını kurtaran bir 84 Numara gördük. Futbolun ne kadar ilginç senaryolar çizdiğine tekrar şahit olduk.

Senaryo, Beşiktaş için iyi, Trabzon için kötü bir sonuç çizdi. Futbolun adaleti olsa Avni Aker'den Trabzon haklı bir galibiyet ile çıkardı ama futbolun adaleti skorboard'da yazılı. Golü atan haklıdır, golü atan puanı kapar. Trabzonspor sağlam bir golcü bulamadığı sürece de "futbol adaleti yok" diye daha çok kendini teselli etmeye çalışır.

Çıldırmış bu kızlar!

6 Kasım 2009 Cuma

Franco Foda ve Galatasaray

Sturm Graz'ın Teknik Direktörü: "Bizim bütün sezon icin bütçemiz 8 Milyon Euro. Galatasaray sadece bu paraya Elano'yu aldı."

4 Kasım 2009 Çarşamba

Blogları kaynak göstermek

Bazı blogların, bazı spor portallarından daha iyi iş çıkarttığını artık herkes biliyor. Bende açıkçası bir basın mensubu olarak ilk etapta bloglara inceler oldum gündemi takip etmek için. Ama yine bir basın mensubu olarak biliyorum ki, bir haberi başka yerden kullanıyorsanız, ya kaynak gösterirsiniz yada rica ederseniz. Alman Spikerinin Beşiktaş maçında söyledikleri ile ilgili yazımı bügün birçok Internet sayfasında birebir yayınlanmış gördüm. Hataları bile kopyalamışlar. Aceto dün gece vakti nazik bir mail atmış ve gazetesinde kullanacağını belirtmiş. Kendisine teşekkür ediyorum tekrar. Peki ya diğerleri? Sormuyorsanız bile, kaynak belirtmek bu kadar zor mu? Bu hırsızlıktan başka birşey değildir.

Liliane & Lothar

Arjantin Ligi cazip gelmedi, Münih'de aleme devam...

Alman Spiker ve Beşiktaş...

Beşiktaş - Wolfsburg maçını yayınlayan Alman Dijital Platformu SKY'in deneyimli spikeri Fritz von Thurn und Taxis, maç esnasında ilgi çekici şeyler söyledi. Paylaşalım...

***

"Beşiktaş taraftarı bunu hep yapıyor. İlk saniyelerde susup, sonra inanılmaz ve muazzam bir gürültü çıkartıyorlar. Stada gelince, herşey diyebilirsiniz ama modern diyemezsiniz"

***

"Wolfsburg'un bu akşam ki en büyük artısı Beşiktaş'ın kalecisi Hakan Arıkan"

***

"Beşiktaş'ta herşey tesadüf üzerine kurulu. Bir sistem gözükmüyor"

***

"Tabata oyun kurucu diye alındı ama bu işi yapamadığını erken anladılar"

***

"Beşiktaş'ın defasında doğru olan birşey yok. Wolfsburg için Beşiktaş defansı cennet gibi"

***
"Beşiktaş taraftarının çıkarttığı ses ölçüldü geçmişte. 105 desibel ses oranı çıkmış, bu oran da o ses makinasının daha fazla ölçemediğinden çıkmış bence. İnanılmaz bir taraftar, Türkiye'de bile benzeri yok"

***

"Beşiktaş taraftarı showa başladı yine. Şunu söylemek lazım; çok yaratıcılar, hep yeni birşey buluyorlar"

***

"Geçmişte Bielefeld gibi bir kulüpte oynayan Michael Fink'in hayali gerçekleşti. 7 haneli bir mitkar kazanıyor, bunu ona Bundesliga'da ödeyen bir kulüp yoktu"

***

Yıldırım Demirören Yeteeer tezahüratı sırasında: "Beşiktaş taraftarı şu an çok heyecanlı. İyi birşey mı kötü birşey mı bağırıyorlar bilmiyorum ama galiba iyi birşey değil…"

3 Kasım 2009 Salı

Deniz Naki'nin başı belada

St. Pauli - Hansa Rostock normal bir derbi değil. Kuzey Almanya'nın iki özel kulübünün müsabakasından öte sol görüşlü olan St. Pauli'nin, sağ görüşlü Rostock'un karşılaşması aynı zamanda. Bu derbilerden birtanesi Pazartesi akşamı Rostock'da oynandı ve maçı St. Pauli 2-0 kazandı. Maçta ikinci golü atan isim Almanya Ümit Milli Takımı için oynayan Türk asıllı Deniz Naki'ydi. Attığı gol sonrası Rostock tribünlerine dönüp "kafanızı kestim" hareketini yapmasıgergin olan ortamı iyice gerildi. Bu hareket de maçın önüne geçti. Alman Futbol Federasyonu konuyla ilgili soruşturma açtı, maçın hem sonrasında "Rostock taraftarına selam gönderdim" diyen Deniz'in ceza alması kuvvetli bir ihtimal. Kulübü de bu futbolcuya para cezası verdi. Hiç değilse takım arkadaşları Deniz'e sahip çıkmış durumda. Kaptan Matthias Lehmann "daha çok genç, sevinçleri bu şekilde yaşamasını doğal karşılamak lazım. Şu an kendini kötü hissediyor, rahat bırakmak lazım" dedi. Bakalım önümüzdeki günler neler gösterecek.

Arshavin antrenmandan sıkılınca...

Arsene Wenger'in antrenmanları eski tadında değil mı acaba?

Bu tercümanları nerden buluyorsunuz?

Beşiktaş - Wolfsburg maçı öncesi, Wolfsburg Teknik Direktörü Armin Veh'in basin toplantısında söylediklerini türkçeye tercüme etmesi gereken elemanın ne türkçesi var ne almancası. Bu sözde tercümanları nerden buluyorlar anlamış değilim. Armin Veh'in tercümanı ile sınırlı değil bu tepkim. Christoph Daum'un ve Frank Rijkaard'ın (son zamanlarda gelişme gösteren) tercümanları ile ilgili de birçok yerde birçok tepki verildi ama özellikle uluslarası maçlarda tek seferlik görev yapan tercümanların nasıl bu işe layik görüldüğünü anlamak mümkün değil. Yakında bu tercümanların yanında bir tercüman daha oturup, kıdemli tercümanın dediklerini tercüme etmek zorunda kalacak.

Kewell: "Ne iş olsa yaparım, Abi"

Galatasaray onu iki sezon önce ilk etapta orta sahanın solunda görev yapsın, takıma tecrübesiyle yardımcı olsun diye transfer etmişti ama Harry Kewell öyle 10 parmağında 10 marifet çıktı ki, oynamadığı mevki kalmadı. Atladığım bir pozisyon var mı?