29 Nisan 2009 Çarşamba

Bu forma kutsaldır!

Futbolun, normal bir spor dalından çıkıp, bir endüstriye dönüşmesi, herkes tarafından kabul edilen bir gerçektir. Profesyonel liglerin dışında artık en alt kademelere kadar, futbol ile para kazanılmaya çalışılıyor. Futbolun genel anlamda amatör ruhunu kaybetmiş olması, taze bir gelişme değil. Futbolu amatör ruhuyla yasayan tek bir toplum kaldı: taraftarlar. Onlar endüstriyel futbolun tek kurbanı. Nerdeyse tüm gelişmeler, yenilikler onların aleyhine. Alt yapıdan yetişen 11 gencin, camianın evladı olan bir Teknik Direktörün liderliğinde şampiyon olması, günümüzde en iyimser düşünce ile Hollywood yada ülke sınırlar içinde kalma adına Yeşilçam konusu olur.

Hiçbir şey eskisi gibi değil. Barclaycard (!) Premier League’i daha iyi pazarlamak için, İngiltere Futbol Federasyonu bazı lig maçlarını başka kıtalarda oynatmak için büyük uğraşlar veriyor. Avrupa’da efsanelerin doğduğu, zaferlerin yaşandığı statlar, sponsor ismi taşır oldu. Münih’te inşa edilen yeni stadın adini Franz-Beckenbauer-Arena diye hayal edenler, Allianz Arena ile yetinmek zorunda kaldı. Nürnberg ve Rostock gibi üst düzey olmayan takımların taraftarları kulüp yönetimlerini, sponsorlu stat isimleri yüzünden – hiçbir maça gelmeyerek – protesto etmekte. Ülkemizde, Galatasaray halen inşaat halinde olan stadı için yaptığı uzun vadeli anlaşma sonrası Türk Telekom Arena olarak açıkladı aylar önce.

Bunun dışında stat ismini pazarlama konusunda ülkemizde bir gelişmenin olmadığı, Türkiye’nin amatör ruhlu futbolseverler için cennet olduğu anlamına gelmiyor tabii ki. Daha şimdiden üç büyük diye tabir ettiğimiz kulüpler, basketbol takımlarının isimlerini değiştirdiler. Beşiktaş Cola Turka, Galatasaray Cafe Crown, Ülker Fenerbahçe. Var mi bunun ötesi? Yarın birgün futbola da sıçraması sürpriz olmamalı, ki Turkcell Süperligi’nde Yimpaş Yozgatspor, Kombassan Konyaspor oynamıştır. Etimesgut Şekerspor buralara gelmek için yarışmıştır. Bu gelişmeleri eleştirmek ne kadar doğru? Kulüplere anlayışlı yaklaşmak gerekiyor. Rekabet ortamında maddi anlamda, ve dolayısıyla güç anlamında, ilerleme isteği eleştirilemez, ancak her şeye rağmen bazı değerlerin korunması da – ne kadar zor olsa da – sadece amatör ruhlu sporseverlerin bir isteği değil. Özellikle Türkiye'de formalardan başlanabilir.

Galatasaray’ın Ali Sami Yen Stadı’nda ev sahibi olduğu maçlarda turuncu forma ile sahaya çıkması, tamamıyla pazarlama ile ilgili. Formalar görücüye çıksın ve satılsın. Ama unutulmamalı ki, Galatasaray’ın gerçek forması sarı kırmızı parçalıdır. Aynı şey Fenerbahçe (beyaz-sarı, turkuaz) için de geçerli. Yağmur da, çamur da, kar da, kış da takımlarını destekleyen taraftarların kızdıkları zaman, söyledikleri "bu forma kutsaldır, nasip olmaz herkese" sözleri ne kadar ciddiye alınmasa da, önemli mesajları içinde bulunduruyor. Kutsallığı bir spor ile bağdaştırmak belki de haklı olarak ne kadar yadırgansa da, bir formanın bir kulüp için kutsallığa yakın bir önemi var. "Dünya kulübü" olmak için yola koyulan kulüplerimiz, bi "kutsallığı" çiğniyor. Büyük kulüp olmanın en önemli konularından bir tanesi de öz değerlerine önem vermektir. Galiba forma ülkemizde yeterince değer olarak görülmüyor.

Bayern Münih ve Arda

Birkaç gündür Arda Turan'ın, Bayern Münih tarafından istendiği yazılıp çiziliyor. Konuyu Uli Hoeness'e Jupp Heynckes'i tanıtım basın toplantısından sonra soracaktım ama Heynckes konusunda o kadar sevinçliydi ki, başka bir konu konuşmak istemedi basın mensuplarıyla. Biraz fikir yürütelim o zaman; Bayern Münih, Arda'yi alır mı? Şunu belirtelim; Münih'in kadrosu Arda'nin oynadığı sol ve sağ kanat bölgelerinde dolu. Franck Ribery, Bastian Schweinsteiger, Jose Ernesto Sosa, Hamit Altıntop, yeni transfer Alexander Baumjohann ve büyük ihtimalle kiralandığı Leverkusen'den geri gelecek olan Toni Kroos var.

Eğer Arda gerçekten Bayern Münih tarafından isteniyorsa, bu oyunculardan biri veya ikisi gitmesi gerekiyor, ki şimdi bile, oynatmak istedikleri Kroos için iki yıldır yer bulamıyorlar ve çareyi kiralamada buldular. Gidecek muhtemel bir isim Barcelona ve Real'in izlediği Ribery. Ancak Bayern Münih onu satmaya niyetli değil. Başka bir konu ise Arda'nin repütasyonu. Evet, Türkiye'de son derece önemli bir oyuncu, hatta Euro 2008'de Avrupa vitrinine çıkmış ve büyük başarı göstermiş bir oyuncu ve tartışmasız neslinde en iyilerin arasında ama henüz "komple" değil. Özellikle fizik gücü konusunda ilerleme potansiyle fazla.

Ayrıca Bayern Münih transfer konusunda oldukça titiz bir kulüp olduğunu da söylemek gerekir. Defalarca izleyip Aliaksandr Hleb, Rafael van der Vaart ve Diego gibi oyuncuları almayan bir yapıya sahipler. Uli Hoeness'in Arda'yi geçen sezon izlettirdiği ve yeterli bulmadığı bilgisini de almıştım. Sonuç olarak; Arda'nin Bayern Münih'te oynamak için yeterli yeteneğe sahip olduğunu tartışmıyorum, ancak hem fizik kalitesini yükseltmeli hemde kendini özellikle uluslararası platformda istikrarlı bir şekilde ispatlamalı. Nisan 2009 itibariyle Arda'nin Bayern Münih transferine ihtimal vermiyorum...
Dikkat: Resim fotomontajdır

Mehmet Scholl sınıf atladı

Bayern Münih'in efsane oyuncularından Mehmet Scholl sezon başından beri kulübünün 13 yaşaltı takımını çalıştırıyordu ama kamuoyu onu ya Uli Hoeness'in yerine menajer olarak yada ilerde Teknik Direktör olarak aday gösteriyordu. Scholl hep bu konularla ilgili çok fazla yorum yapmadı.

Jürgen Klinsmann'in beklenen gönderilişinden sonra yine Scholl sesleri yükselse de, Bayern yönetimi Hoeness'in yakın arkadaşı Jupp Heynckes'i 5 haftalığına göreve getirdi, yardımcılığını ise Bayern'in 3. Lig'te oynayan ikinci takımının antrenörü Hermann Gerland'ı getirdi.

Gerland sezon sonunda eski görevine dönecek, bu zaman içinde takım Scholl'a emanet edildi. Scholl'un konuyla ilgili yorumu ise muhteşem: "İyi barı, takımın sonunda iyi bir Teknik Direktörü oldu." Gerland'in cevabı da gecikmedi: "Sevindim, demek ki gelecek sezon için bana müthiş bir takım emanet edecek, bende rahat bir sezon geçireceğim."

Messi'yi de durdurdular...

Lionel Messi'nin şu an Dünya'nın en iyi futbolcusu olduğunu tartışan yoktur diye düsünüyorum. En azından hücuma yönelik ondan daha iyi bir futbolcu yoktur şu an piyasada. "Onu durdurmanız imkansız" diyor Barcelona'ya karşı yenilen Teknik Adamların çoğu. Guus Hiddink, Salı akşamı bu işi cözdügünü gösterdi - hemde solbeki Ashley Cole'un olmamasına rağmen.

Jose Bosingwa ve arkadaşları öyle sert oynadılar ki, Messi bir müddet sonra merkeze kaçmaya başladı. Orda da Alex, Terry ve Essien'in kucağına düştü. Chelsea'nin Camp Nou'da oynadığına futbol diyemeyiz belki ama o stattan başka türlü de çıkamazdı. İkinci maç için büyük bir avantaj yakaladılar.

27 Nisan 2009 Pazartesi

Kalli kimi izledi?

Borussia Mönchengladbach - Arminia Bielefeld maçı vardı pazar günü Bundesliga'da. Türkiye'de çok fazla ilgi duyulan bir maç değil doğal olarak, ancak tribünde oturan biri vardı ki, benide çok fazla kendine bağlayamayan maçı ilginç hale getirdi: Karl-Heinz Feldkamp.

Hani "Galatasaray'da görevi nedir" diye merak edilen beyaz tilki. Hakkını verelim Schalke ve Wolfsburg'un alt yapı sistemini incelemek için bu kulüpleri ziyaret etmişti ama maçlarında boy göstermedi. Mönchengladbach'ın alt yapı sistemini denetlediğine dair bir bilgi gelmedi, bu yüzden Mönchengladbach ile herhangi bir bağı olmayan Kalli'nin bu maçta ne yaptığı merak uyandırdı. Galiba futbolcu izliyor diye düşündüm. Bunlar kim olabilir? Beyin jimnastiği yapalım...

Logan Bailly: Belçikalı kaleci devre arasında Borussia'ya transfer oldu. Belçika'nın 2008 Olympiatlarında süpriz yapan takımın kalecisiydi. Gerçekten çok yetenekli ve Bundesliga'ya kısa zamanda adapte oldu. Morgan de Sanctis'in kiralık olduğunu düsünürsek çok mantıksız değil.

Dennis Eilhoff: Bundesliga'nın bu sezon en başarılı kalecilerinden birtanesi. Geçen sezon kiralık oynadığı Koblenz'de iyi işler yapan Eilhoff, yedek olarak başladığı bu sezonda eline geçen ilk fırsatı çok iyi değerlendirerek, yerini kaptırmadı birdaha. O da genç ve iyi bir kaleci.

Marko Marin: Alman futbolunun son yıllarda çıkardığı en büyük yeteneklerden birtanesi. Eintracht Frankfurt alt yapılı, Borussia Mönchengladbachlı Marko Marin sağ ve sol kanatta çok etkili, ancak büyük bir sorun var. Bundesliga'nın yarısı onu istiyor ve henüz 19 yaşında olan bu futbolcunun yurt dışına çıkması imkansız gibi. Kalli onu izliyorsa, iyi seyirler diyelim...

26 Nisan 2009 Pazar

Michael Skibbe'yi özlemek

Bazı takımlar vardır yeryüzünde, başarı ve kupaları bir kenara bırakın, izlemek zevk veriyor futbolsevere. Juande Ramos yönetimindeki Tottenham öyleydi örneğin, bu sezonun ilk yarısında Almanya'da 1899 Hoffenheim öyle bir takımdı, İspanya'da Villarreal, Türkiye'de özellikle bu sezonun büyük bir bölümü Gaziantepspor vardı. Birde Galatasaray vardı sezonun ilk yarısında.

Öyle maçlar çıkartıyordu ki, insanlar, ağzı açık izliyordu. Defansta belki sorunlu ama ileriye dönük 10 dakika içinde 3 gol atacak güçte. O dönemde bile zamanın Teknik Direktörü Michael Skibbe acımasız eleştiriliyordu. Haklı yönleri çok vardı eleştirilerin ama Galatasaray izlenir bir takımdı. Gitmesiyle herşey değişti, Galatasaraylı şimdilerde Skibbe'yı özlemeye başladı nerdeyse.

Geldiği günden beri sadece 3 maçta 1'den fazla gole sevinebilen Bülent Korkmaz, Galatasaray'ı İtalyan modeli oynatmaya başladı: 1-0'u bulup üzerine yatma taktiği, ancak bunu bir yere kadar yapabileceğiniz de bir gerçek. Takımınızda defans ustaları olur, böyle oynayabilirsiniz ama Galatasaray'da özellikle Servet'in yokluğunda sistemini bunun üzerine kurması intihar gibi birşey.

Galatasaray, Ankaraspor maçında da intihar edip, ligde havlu atmıştır. Fenerbahçe'nin Kupa Finali'ne kalması nedeniyle, Avrupa Ligi'ne gitmeyi garantiledi belki ama maddi ve prestij açıdan önemli olan Şampiyonlar Ligi'nden bir sezon daha mahrum kaldı.

24 Nisan 2009 Cuma

"Jo, bu iş arap saçına döndü!"

Everton'un iki genç yıldızı, Maroune Fellaini ve Brezilyalı Jo...

Haydi Arda'yı bitirelim (!)

Severiz ülke olarak, yüksekte olanı indirmek. Niceleri ile yaptık, hala yapıyoruz, her zaman yapacağız. Sıradaki hedef Arda Turan. Onun yüreği ile oynadığını, bitmez tükenmez bilmeyen futbol hayranlığını ve adını genç yaşına rağmen Avrupa'da duyurduğunu umursamıyor büyük bir kesim. Bitsin, bıraksın, hayatından bezsin istiyorlar.

Kız arkadaşı ile evinde oturup fotoğraf çekilmesini "skandal" olarak yayınladılar, hukuksal olarak kendini sağlama almasına rağmen "doping yaptı" dediler yada dedirttiler, bir maç sonrasında takım arkadaşlarının yanına gitmek isterken, görev aşkı (!) ile yanıp tutuşan bir güvenlik elemanıyla yaptığı kavgayı tesadüfen (!) orda olan kameralar ile tespit edip, ceza almasını sağladılar.

Klasik bir cümle var. Arda'lar kolay yetişmez. Gerçekten çok doğru. Kolay yetişmiyor Arda'lar. Ben futbolcuğundan çok insanlığını kast ediyorum, cünkü onu biraz tanıyanlar ne kadar temiz yürekli bir insan olduğunu biliyor. Üzülerek söylüyorum ki, Arda gibi olmayanlar çok kolay yetişiyor. Onlar fazlasıyla var. Çöl de kum gibiler. Onlar gibi olmayanlardır umut bağladığım, yeter ki kendilerini göstersinler. Arda'lar bitmesin...

Dövüşmek güzeldir...

Bayern Münih'in güzel bir uygulaması var. Hafta içinde 3,4 kez basın mensuplarını futbolcular ile buluşturuyorlar. Yuvarlak bir masa etrafında gazeteciler ile futbolcular arasında daha sıcak bir ortamda basın toplantıları yapılıyor. Çoğu zaman ilginç diyaloglar yaşanıyor. Bu toplantılara en çok katılan isimlerinden başında Mark van Bommel geliyor.

Malum, Hollandalı'nın kaptan olması itibariyle en çok söz hakkı da ona düsüyor. Dedikleri de çoğu zaman manşetlik oluyor. Lider VfL Wolfsburg'un hafta içindeki antrenmanında Misimovic ile Alvim arasında yaşanan kavgayı yorumlayan Van Bommel, bakın neler söyledi: "Dövüşmek güzeldir bazen. Takımın içinde ruh olduğunu gösterir. Bunlar çok normal şeyler." Schalke takımında da hırçın futbolcuların olduğunu hatırlattığımızda, "güzel, ne yapacağımızı biliyoruz o zaman" diyor. "Ama yanlış anlamayın, dövmeyi kast etmiyorum, kazanmamız lazım." Aksini düşünen mı vardı?

Lukunku'nun hazin öyküsü

Ali Lukunku'yu hatırlıyormusunuz? II. Fatih Terim döneminde Galatasaray'ın gol umudu olarak transfer edilmiş Kongolu golcü. Ama golcülüğünü pek ispat edemediği için, önce Lille kulübüne kiralandı, daha sonra Gent'e satıldı. Yolculuk bitmedi. Galatasaray'a gelmeden önce top koşturduğu Standard Liege'e dönen Lukunku, orada da tutunamayıp, Mons'a geçti. Ancak tahmin edebildiğiniz gibi, orada da Lukunku hikayesi çabuk bitti.

Bu sezon başında Almanya 2. Ligi'nden, 3. Lig'e düşen Erzgebirge Aue, Lukunku'yu transfer etti. Herşey iyi gidiyordu, Lukunku gollerini atıyor, taraftarın sevgilisi olmaya başlamıştı. Ama kader bu ya, bir sakatlık herşeyi değiştirdi. Disk ameliyatı geçiren Lukunku, tedavi için Aue'yi değilde, Fransa'yi tercih etti. "Kaçtı" diye iddia da bulunan kulübü de onu kapının önüne koydu. Lukunku bu sefer kulübü değiştirerek değil, isyan ederek tepkisini verdi. Almanya'da Profesiyonel Futbolcular Sendikası'nın desteği ile mahkeme yolunu tutan Lukunku'nun kazanma olasılığı yüksek. Ancak yolun sonunda yine bir transfer gözüküyor...

13 Nisan 2009 Pazartesi

"Benim ne işim var burda?"

Galatasaray forveti Milan Baros,
Galatasaray - Fenerbahçe maçında
yaşanan olayları şaşkınlıkla izliyor...

Lehmann yaş dinlemiyor...

Ülkemizde 30 yaşına gelen futbolculara emekli muamelesi yapılmaya devam edilirken, Almanya'da, kasım ayında 40 yaşına girecek olan Jens Lehmann, 2010 Dünya Kupası'nda oynamak için rakiplerine savaş açtı. Lehmann şu mütevazı açıklamaları yaptı: "2010 Dünya Kupası'nda kaleyi korumak için dört aday olduğunu duydum. Performans olarak kimeseden geri değilim, kimse beni korkutmuyor, hatta en iyisi olduğumu biliyorum..." Bakalım Rene Adler, Robert Enke ve Tim Wiese buna ne diyecek.

Gözler Rambo Yusuf'u aradı. . .

Ters manyel yapıp başlıktan bağımsız(başlık maçsonu kavgası için düşüncemin özeti..E napalım boşuna koymadık blog'un ismini...); sahadaki futbolu, biraz da taşın suyunu çıkarırcasına kendi renklerimin gözlüğünden yazacağım...
Gerek senebaşı hoca seçimi gerek taktik gerekse kaprisler sonucu tek atımlık barut haline gelmiş Galatasaray takımı sonunda bunu da başardı... !
Kendimi bildim bileli ezeli rakibine ilk kez Ali Sami Yen'de çaresiz göründü, maçın 90dakikasını domine edemedi vs vs...Adını ne koyarsınız bilmem.
Ikinci 45 dakikadan bahsediyorum.(Ilk devre tipik ASY'deki fener maçı örneğiydi.GS adına olması gereken..) Öyle bir devreydi ki, züğürt ağanın megafonuyla "bu takıma çok kaliteli bir merkezi adam alınmalı" diye haykırdı adeta.
Deniz&Emre ikilisine karşı kadrajdan silinen, ortasahayı Galatasaray adına yemyeşil hazine arazisi kıvamına getiren bir 45 dakikaydı.

Deniz ve Emre Belözoğlu....
Birinin gıkını çıkarmadan oradan oraya koşup takımın çöpçüsü olmasını, diğerinin de uluslararası tecrübesinin hakkını teslim etsem de, hepi topu Deniz & Emre ikilisi bu....Bunları en az 2'yle çarparsak Avrupa'nın bir numaralı kupasında bizi neler beklediğini, ileride de bekleyecek olduğunu az çok tahayyül edebiliriz...

Barış Özbek:
İlk gördüğüm anda işte yıllardır özlemini çektiğim, tam teşekküllü bir ortasaha diye düşünmüştüm. Artık büyük takımın havasından mı suyundan mı yoksa 15+ bin homur homur homurdanan kitlesinden mi bilmem o hayranı olduğum çocuğun yerini bir adet sahte Gattuso aldı.Sahte diyorum çünkü Barış'ın ikili mücadelelerde de artık kaytarmaya başladığını görür gibiyim.
Ancak benim için esas sorun topla buluşmaya! (saat 2'de,taksim'de(x10) ) kalktığında cereyan ediyor. Geçen sene beyaz pabuçlarının verdiği Pirlo? sinerjisinden mi nedir bilmem, Barış gayet de cevval driplinglerin adamıydı. Sağ kanatta soğuk kanlı attığı çalımlar, arapasları, verkaçlar... Maalesef hepsine format B:/ çekilmiş bir Barış izliyoruz bu sene... Samimiyetine, yaradılışından gelen iyi niyetli kişiliğine, sahadaki sadece futbolu düşünen yanına hala hayranım ancak geçen seneden sonra büyük bir hayal kırıklığı yaşamıyor değilim bu çocuk hakkında. Her zaman dediğim birşey var (kendi kendime helada hep tekrar ederim!);
"Yetenek kullanılmadıkça körelir, farkına vardığında bir de bakmışsın önlibero! oluvermişsin.." ( Önliberolar alınmasın. Küçümsediğim yok, ancak gelişen? futbol anlayışında bazı merkez oyuncuları hakiki meşe odunu oldu be...)


Buradan Arda'ya yumuşak bir geçiş yapmam farz kendi kafamda onun hakkında (sadece futbolu üzerine ) biriktirdiklerimi dökmek için ancak buralarda da (Hawaii - Merkez) geç oldu, yatmam lazım...

Dünya (!) Derbisi 2

Nerden başlasak bilemiyorum, konuşulacak çok şey de var, suşup hiçbirşey demeye de bilirsiniz, cünkü bu derbi aslında hatırlanmayı ve konuşulmayı hak etmiyor. Ama görevimizi yerine getirmek zorundayız. Görevini yerine getirmek zorunda olanlar başkaları da görevlerine ve mevkilerine Pazar akşamı ihanet etti.

Dünya derbisi diye övündüğümüz maçtan sonra tek cümle futbol konuşamıyoruz, cünkü ortada futbol yok. Futbola gözüken bazı şeyler var, onlarda yeşil saha ve toptan dolayıdır. Düşünün Dünya derbisi diyoruz, oynanan stadın bir bölümünde çökme tehlikesi yaşanıyor, insanlar canını kurtarmak için yerlerinden fırlıyor. O kaçan insanlarda orada oturmak için tonlarca para ödüyor, cünkü o cökecek bölümün alt tarafı Galatasaray’in sezon başında düzenlediği VİP tribünü.

Dünya derbisi diyoruz, derbiyi oynayan futbolcular maçtan sonra mahalle kavgalarını hatırlatan açıklamalar yapıyorlar. Kurtlar Vadisi Süperlig dizisi başlamış, haberimiz yok. Başkalarına hadlerini bildirenler, el öptürmeyi bekleyenler, başkasına taş atıp, aynaya hiç bakmayanlar, gerçekten ilginç. Eskiden sadece belirli futbolcular vardı bu olayların içine girenler.

Onlar yine vardı, ancak bu sefer onlara „efendi“, „adam gibi“ dediğimiz Arda Turan ve Semih Şentürk gibi isimlerin de katılması herşey açıklıyor sanırım. Biri Galatasaray’ın Başkanı tarafından gelecek sezonun lideri olarak açıklanmış bir isim, diğeri ise Fenerbahçe kaptanlarından birtanesi. Artık kime güveneceğiz, kimin sağduyusuna sarılıp, Galatasaray – Fenerbahçe maçlarında futbol izlemek için umutlanacağız. Artık o umut da bitti.

Türk Futbol Federasyon, önceki Federasyonlar gibi son derece başarısız bir görüntü veriyor. Onların suçu değil, bundan sonraki Federasyonlarda çok büyük bir ihtimalle başarısız olacak. Sistemsizliğin sonucu bu. Ama eğer başarılı olmak istiyorlarsa, nacizane bir önerim var, Galatasaray – Fenerbahçe maçlarını yurt dışında oynatsınlar. Gerginlikten uzak, belki daha futbola benzeyen birşeyler izleme şansını yakalayabiliriz.

Gerçi Fenerbahçeli futbolcular bu olayların Şükrü Saracoğlu Stadı’nda hiç yaşanmadığını iddia ediyorlar. Sevgili Semih Şentürk, sevgili Volkan Demirel, sevgili Uğur Boral…küfür size edilmeyince küfürden mi saymıyormusunuz yoksa duymamamazlıktan mı geliyorsunuz, çok merak ediyorum.

Bir Dünya derbisi daha bitti ve biz bunları yazıyoruz. Ne Dünya derbisi ya? Olsa olsa 3. Dünya derbisi!

12 Nisan 2009 Pazar

Dünya (!) Derbisi: Galatasaray - Fenerbahçe

Dünya derbisi diye övünüyoruz Galatasaray - Fenerbahçe eşleşmesiyle; ne dünyası? Bizim dünyamız. Çünkü dışarda maça çok fazla ilgi yok. Açıklamalara göre maça 306 gazeteci akredite oldu. Bunların 5'i Brezilyalı, 5'i Alman, ikisi de Sırp. Brezilyalılar Roberto Carlos için geliyor, Alman diye açıklanan gazetecilerin Almanya'da görev yapan Türk gazetecilerin olduğunu düsünüyorum, ki kendimde öyle birkaç kez akredite oldum. Sırpların gelmesi ilginç. Peki nerde futbolu dünya'nın heryerinde takip eden İngilizler, nerde Fransız L'Equipe, nerde Marca? Luis Aragones ve Daniel Güiza'ya rağmen onlar bile gelmiyor. Peki bu nasıl dünya derbisı? Gerçekten merak ediyorum.

Gelelim maça. Mağlup olan yada puan kaybeden, ki ikisi de olabilir, bırakın şampiyonluğu, ikincilik için bile yarışamaz haline gelecek büyük bir ihtimalle. Bu yüzden dananın kuyruğu kopacağı bir ortamda, çok klas bir futbol beklememek lazım. Zaten normal durumda da, iki kulüp de bu sezon çok klas futbol oynamadı. İki taraf da stresli olacak, Fenerbahçe, çok büyük bir blöf değilse, Alex oynamayacak, Galatasaray Servet'sız sahaya çıkacak.

Bu yüzden sonucu kestirmek zor ama Ali Sami Yen avantajı ibreyi Galatasaray'a doğru çeviriyor. Modaya uyalım ve muhtemel 11'leri verelim...

Galatasaray: De Sanctis - Sabri, Emre, Hakan, Volkan - Ayhan, Barış, Kewell, Arda, Lincoln - Baros
Fenerbahçe: Volkan - Gökhan, Lugano, Önder, Roberto Carlos - Selçuk, Emre, Deivid, Uğur - Semih, Güiza
Hakem: Fırat Aydınus

Mütevazi megastar...

"Dünya'nın en iyi futbolcusu olduğumu düsünmüyorum. Aldığı kupalara ve kişisel ödüllerine baktığınızda, Cristiano Ronaldo şu an 1 numara. Ama umuyorum ki, birgün Dünya'nın en iyi futbolcusu ben olacağım..."
Lionel Messi, FC Barcelona

11 Nisan 2009 Cumartesi

''Underdog'' Fetişizmi


Takribi 7-8 yıldır Galatasaray derbilere ;

Transfere harcadığı rekor bütçeyle(5 milyon Sri Lanka rupisi) çıkar, ses yok...
Inamoto'yla çıkar, çıt yok..
Serkan'ı, Emre'si,Servet'i, Linderoth'u, Uğur Uçar'ı Pazar günü 19'daki içtimada yer alamayacaktır, yorum yok...
Galatasaray'ın en değerli olması gereken oyuncusuyla arası berbattır, borazan? yok...

Galatasaray hikmeti kendinde saklı nedenlerden ötürü bir türlü ezeli derbilerin sürpriz atı olamaz..Çim pistin de kumun da en eksiksiz kusursuz yara beresiz takımı Galatasaray gibi lanse(Cmylmz!'a selam olsun..) edilir.
Anglosaksonların deyimiyle 'underdog' karşıyakadaki kalemler için adeta gizli bir silah olarak G.Saray'a doğrultulur...Açıkçası ben artık kusacağım şu zırvaları okumaktan;
"Fener BU HALİYLE BILE cimbom'u yendi''
''Fener'in ölüsü yetti ! "

Halbuki ortada ne imkansızlıklardan kaynaklanan "bu hal'' vardır ne de ölü bir takım. A.Yıldırım 2000'den beri t-vanayı sonuna kadar açmış, Bernoulli'ye aldırmadan paraları transfere akıtmıştır.(Bazıları Lugano'yu keşfedilmiş transfer sanadursun...Sao Paolo'ya 2 viyadük inşa edildi transferinden sonra...) Maçlara da meraklısı tek tek açar bakar. Hiçbirinde 500bin dipdiri Gs tımarlı sipahisine karşı 11 çürük çarık FB futbolcusu çıkmamıştır bu bahsini ettiğim dönemde...

Bunun tam aksine, bu son 7-8 yıllık dilimde Galatasaray futbol takımı ekonomi bazlı anormal bir kalite düşüşü yaşamıştır.
Son senelerde buna bir de sakatlık illeti eklenmiştir.

Olası Fener galibiyetinin epik katsayısını arttırmak için yapılan bu tür manipulasyonlardan gına gelmiş bir adet objektifanatik olarak bu ukte safrasını bünyeden çıkarmak istedim.




Not: Bu konu 2-3 gün önce muhtelif gazetelerde gördüğüm "G.Saray tam güç Fener'i bekliyor" yazısından sonra sabrın taşması sonucu uktenin hatırlanması müteakip yazılmıştır.

10 Nisan 2009 Cuma

Kocaelispor 1-3 Beşiktaş

Kocaelispor gerçekten heyecan veren bir takım. Ama sadece 50 dakika. Fizik gücünü bütün maça yayabildiği taktirde, sonunu getirebiliyor ama maçın daha ilk dakikalarından itibaren bütün kozlarıyla hücumu düsünürse, sonunu getiremiyor. Beşiktaş karşısındaki Kocaelispor maçın ilk yarısında gerçekten iyi futbol oynadı. Agbetu'nun, Obafemi Martıns'i hatırlatan koşuları, Adem Çalık'ın Gennaro Gattuso'yu hatırlatan mücadelesi, Sadigov'un defansta geçit vermemesi kayda değer ancak dediğimiz gibi - sadece 50,60 dakika.

Maçı izleyenler Kocaelispor'un bir müddet sonra oyundan kopacağını, Beşiktaş'ın da iyi oynamamasına rağmen gol bulacağını tahmin edebiliyordu. Beklenen de oldu. Yusuf'un muhteşem pasında ceza sahasına giren İbrahim Üzülmez'in şutunu eliyle çelen Sadigov, penaltıya sebebiyet verdi. Topun başına gecen Zapotocny affetmedi. Hakem Bülent Yıldırım penaltı kararında haklıydı, ancak penaltı esnasında ceza sahası içinde, dışardakilerden sayısal olarak üstünlük olduğunu da kaçırdı. Penaltının tekrarlanması gerekiyordu.

Sonrası ise klasik bir Turkcell Süperlig filmi; fizik gücü sıfırlanan Anadolu takımı, rakibin gollerini izliyor. Önce Bobo, sonra Yusuf - 3:1! Beşiktaş şampiyonluk yolunda önemli bir üç puan aldı. Maçtan önce sahaya sürdügü kadroyla büyük kumar oynayan Mustafa Denizli yine kazanan oldu. Bu şans, bu hırs, bu istek Beşiktaş'ı şampiyonluk yarışında favori kılıyor. Bekleyip göreceğiz. Kocaelispor ile açtık, Kocaelispor ile kapatalım ve onlara Bank Asya yolunda iyi yolculuklar diliyelim...

KOCAELİSPOR - BEŞİKTAŞ 1-3 (1-0)
KOCAELİSPOR: Serdar, Cesar, Muhammet, Sadıgov, Hasan, Adem (Dk. 75 Ross), Msumbu, Levent, Murat Hacıoğlu (Dk. 82 Hamza), Agbetu, Taner (Dk. 5 Serdar Topraktepe)
BEŞİKTAŞ: Rüştü, Ekrem, Sivok, Zapotocny, İ.Üzülmez, Erkan (Dk. 46 Uğur), Ernst, Yusuf, Tello (Dk. 77 Delgado), Cisse (Dk. 46 Holosko), Bobo
GOLLER: Agbetu (Dk. 2), Zapo (Dk. 75 P), Bobo (Dk. 85), Yusuf (Dk.89)
HAKEMLER: Bülent Yıldırım, Erdinç Sezertam, Hüseyin Fidan
SARI KARTLAR: Cesar, Yusuf, Serdar Topraktepe

Ruh, Augustus, Young ve Zafer

Galatasaray yöneticisi Yiğit Sardan, Eurocup Finali ilk maçından sonra daha İtalya’da şu ifadeleri kullanmıştı: „Taraftarları, hem takımımıza hemde hakemlere büyük bir baskı kurdu, biz onlara bu baskının on mislisini yaşatacağız.“ Ayhan Şahenk Spor Salonu’nda da gerçekten müthiş bir atmosfer vardı.

Galatasaray Bayan Basket takımı ara ara oyundan düştügünde, onları yeniden dirilten, ayağa kaldıran ve adeta ikinci bir can veren bir taraftar vardı perşembe akşamı ve sari kirmızılılar bu ruhla ve bu inançla 13 farkla yenmesi gereken maçı, 21 sayı farkla yenmeyi başarıp, Cras Basket Taranto karşısında Eurocup zaferini elde etti.

Galatasaray ilk maçta olduğu gibi müthiş başladı, rakibini baskı altına almayı bildi. Galatasaray’ın güclü silahı Seimone Augustus’a karşı sert bir savunma yapan Taranto, Sophia Young’u hesaba katmadı. Augustus da savunmaya rağmen Young’a eşlik etti, bu ikili Yasemin, Tuğba ve Marina gibi isimlerin destegi ile Galatasaray’ı maçın ilk bölümünde çok iyi taşıdı.

İkinci çeyrekte Taranto, Mahoney’nin hücumda, Greco’nun ise savunmada iyi oyunu ile maçı dengelemeyi bildi. Özellikle Işıl Alben’in oyunu kurmakta zorlandığı bölümlerde ve top kayıpların çoğaldığı dönemlerde, Taranto oyuna ağırlığını koydu, ancak son hücumda yine Young ile sayıyı bularak, 11 puan ile yarıya girildi.

Dananın kuyruğu ücüncü çeyrekte kopar gibiydi…yine ilk maçta olduğu gibi Taranto fizik olarak daha diri gözükerek, bariz biz üstünlük kurmaya başladı. Özellikle Mahoney ve Godin çok iyi oynamaya başlayınca, Galatasaray da sayı üretiminde problem yaşayınca, fark bir ara ikiye kadar indi. Neyse ki, Augustus vardı ve onun çabaları ile son periyoda altı farklık bir üstünlükle gidildi.

Son periyotta artık iyice yorgunluk iki takımda da belli olmaya başladı. Boş geçen hücumlara iki takım da olumlu cevap veremedi, ancak girişte söylediğimiz gibi müthiş bir taraftar desteğini arkasına alan Galatasaray, rakibin hatalarını kullanan taraf oldu. Galatasaray takımı artık maçı normal sürede en az 13 farkla kazanma şansını yakalamıştı. Özellikle Taranto‘da hatalar baş gösterince, son saniyelerde Augustus ile sarı kırmızılılar maçı koparabilirdi ama bu hücumu iyi kullanamadı ve maç uzatmaya gitti.

Maça müthiş başlayan Young, uzatmalarda yine sahneye çıktı ve Taranto’nun da, en iyi savunmacısı Greco’yu da fauller sonrası kaybetmesi ile birlikte, direnci tamamen kırıldı. İtalyan takımında belki çok büyük yıldızlar yok ancak takım olarak çok başarılı bir grafik çizdiler turnuva boyunca, eledikleri takımlar da oldukça ciddiydi. Galatasaray’ın böyle dirençli bir takım karşısında aldığı 82-61’lik galibiyet gerçekten olağanüstü.

Sezon boyunca zorluklar yaşayan, Coach değişikliğine gitmek zorunda kalan Galatasaray Bayan Basketbol takımı çok önemli bir başarıya imza attı. Futbol Takımı ve Engelsiz Aslanlar sonrasında Türkiye’ye bir uluslararası kupa daha kazandıran Galatasaray’a teşekkür etmek lazım.

8 Nisan 2009 Çarşamba

Devrimcinin sonu yaklaşıyor

Bayern Münih, gecen yıl Ottmar Hitzfeld'in boşaltacağı koltuğunun yeni sahibini aramaya çıktığında, Jürgen Klinsmann ismi en çılgınların bile aklına gelmeyen bir isimdi. Milli Takım Teknik Direktörlüğü zamanında Bayern yönetimi ile devamlı sürtüşme halinde olan, futbolculuk yıllarında Bayern Münih formasını sadece bir yıl giyip, kavgalı bir şekilde ayrılmış birinin, Bayern Münıh'in böyle önemli bir dönemde, hemde efsane Hitzfeld'ten sonra, gelmesi beklenemezdi. Ama Bayern yönetimi herkesi şaşırttı ve Ocak 2008'de 2008/2009 sezonu başından itibaren Klinsmann'in göreve başlayacağını duyurmuştu.

Alman basını Klinsmann göreve gelmeden lakabını takti: "Devrimci"! Gerçekten de bir devrim hazırlığı içerisindeydi Klinsmann. Katı kuralları olan ve yıllarca her yeniliğe karşı kapalı olan Almanya Futbol Federasyonu'nu baştan aşağı değiştirmeyi başaran Klinsmann, bu sefer aynı devrimi Bayern Münih ile yapması bekleniyordu.

Sistem sorunu

Gerçekten de Klinsmann hemen işe koyuldu. Martin Vasquez, Nick Theslof, Marcelo Martins, Darcy Norman gibi isimleri Amerika'dan getiren Klinsmann, Bayern Münih'in tesislerini de yeniden inşa ettirdi. Her futbolcu kendi antrenman programını özel bilgisayarından alacak, maç toplantıları, sinemaya benzeyen bir salonda yapılacak ve dinlenmek isteyen tam donanımlı "dinlenme cennetinde" dinlenecekti.

Klinsmann'in gelmesiyle Bayern Münih'te birçok şey değişmişti ve Uli Hoeness, Karl-Heinz Rummenigge ve Franz Beckenbauer gibi kulübün saygın isimleri Klinsmann'in işine karışmayıp, tam aksine yüzdeyüz destek veriyordu. Saha dışında büyük farklılıklar yaratan Klinsmann, ancak saha içinde problemleri daha ilk haftalarda yaşamaya başladı. Kimsenin anlam veremediği 3-5-2 sistemini deneyen Klinsmann'in hedefi, Hitzfeld'in oynattığı 4-4-2'den farklılık yaratmak, ancak alınan kötü sonuçlar sonrasında, önce basın, sonrada futbolcular isyan etti. Philipp Lahm gibi isimlerin önderliğinde başarılı 4-4-2 sistemine dönülmesi için Klinsmann ile görüş alışverişinde bulunuldu ve Klinsmann buna boyun eyip, takımı bildiği sistemde oynattı.

Günah keçisi Klinsmann

Alınan olumlu sonuçlar sonrasında herşey iyi gidiyor derken, Bayern Münih özelllikle sezonun ikinci yarısında yine kötü sonuçlar almaya başladı. Takımını daha ofansif oynatan Klinsmann'ın karşısında bu sefer yine futbolcular vardı ve yine taktik değişikliği yönünde baskı yapıldı ve Klinsmann yine boyun eğdi ama bu sefer bu değişiklik başarıyı getirmedi. Bayern Münih 26. haftada Wolfsburg'a 5-1 yenilince, üzerinde baskıyı hisseden Klinsmann, iyice köşeye sıkıştı. Bu maça kadar hep takımını savunan Alman hoca, ilk kez futbolcularını basının önüne attı ve "günah keçisi artık ben olmayacağım, onlarda sorumluluk almalı" şeklinde bir açıklama yaptı.

Alınan ağır yenilgiler sonrasında bile hep güleç bir ifadeyle röportaj veren Klinsmann'ın, birden bire değişmesi, kimseye çok inandırıcı gelmedi. Şampiyonlar Ligi Çeyrek Final maçlarındaki rakibi Barcelona karşısında alınacak olumsuz bir netice, Klinsmann'ın sonunu hazırlayabilir. Oysa Şampiyonlar Ligi'ndeki başarı da Klinsmann'ın bu sezonki kurtarıcısıydı. Ligdeki kötü sonuçların yanında Şampiyonlar Ligi'nde bu sezon tek maç bile kaybetmeyen ve 2. turda Sporting Lizbon'u iki maçta inanılmaz skorlarla (5:0 ve 7:0) elemiş bir takım söz konusu. Barcelona - Bayern eşleşmesinde elenen taraf Münih takımı olursa, devrimcinin sonu an meselesi olacak...

7 Nisan 2009 Salı

Gaziantepspor - Galatasaray

Bu sene takım karakteri comic sans'dan hallice olan takımım dün itibariyle yine şaşırttı.

Yaz aylarını sek-sek, yağ satarım or bal satarım kondisyon ölmüş ben satarım oynayarak geçiren beyaz-sarı....ııım..turuncu.....camgöbeğı-yavruağzı (Gs-2015) lılar ligin bu sene (arada 3-5 hafta hariç..)naçizane fikrimce futbol şampiyonu Gaziantepspor'u, kalesinde gördüğü ve benim genel fotoğrafı çektiğimde pek de önemsemediğim önemli gol pozisyonlarına rağmen, 0-1 ile geçmeyi başardı.
Skibbe önderliğinde(?), muhtelif taraftarların kendilerini 'one-touch oynuyoruzz aabi" diyerek alenen avuttuğu fakat bana ekran başında kurdeşen döktüren,monoton, statik, rakibi ısırmayı bıraktım, yanlış evrim sonucu oluştuğuna inandığım 7/24 havlama kapasiteli kanişler kadar bile hırlamayan Galatasaray futbol takımı, sanki yavaş yavaş kendisini tanıdığım klasik karakterine geri dönüyor...

Koşan takım...

Yalnız Bülent'in Galatasaray takımına geri-evrim yaptırması gereken bir husus daha var.O da Galatasaray'ın ligte hiçbir maça geride bekleyerek başlamayacak kadar Türkiye'nin dominant bir gücü olduğu gerçeğidir...Bu hususun sezon başı Skibbe'nin kulağına yeteri kadar üflenmemesi sonuncu kaybedilmesi takımın orta vadede çözmesi gereken en önemli sorundur.


Antep'e de birkaç dokundurma yapalım;
-Tabata'ya neden soğuk baktığımı birkez daha farkettim.Nedeni ise çok basit bir analoji!.Üst üste 4. çalıma gittiğinde kaptırdığı her topun tribün ve medya tepkisini 10,000,000'la çarpın...Galatasaray'a gelmesini hevesle bekleyen renkdaşlarıma tavsiyem budur...
-Beto muazzam bir forvettir, bu maça aldanmayınız.
-Erman Özgür'ün gizli hayranıyım, o adam yedek bırakılmaz.
-Nurullah Sağlam'ın Antep'ine göre çok ilkel buldum Antep'in futbolunu.Bütün sezon gerçek tek pas (one-touchçılar'a duyurulur....Antep'in fener ve bjk maçlarını denk gelirseniz bir daha izleyin...) oynayan,oyuncuların körebe halinde bile birbirini görüp seri pas trafiği kurabildiği,defansın körük gibi ortasahaya topluca geldiği Antep'in yerinde tipik Anadolu ~ Yabancı hücumcu doğru orantılı,kişiye dayalı futbola geçmişler diye düşünüyorum.Umarım yanılırım.Doğruysa üzülürüm açıkçası.

1 Nisan 2009 Çarşamba

Tottenham öyle bir stat yapacak ki!..

Ada'nın ekonomik anlamda son yıllarda hızlı bir sirkülasyonla gelişen kulüplerinden olan Tottenham Hotspur'de yapılması planlanan yeni stadyumun proje resimleri ortaya çıkmaya devam ediyor.

Tottenham başkanı Daniel Levy Çarşamba günü yaptığı açıklamada yeni stadyumlarının 58 bin kişilik olacağını söylerken; "Herkes stat yapıyor ve kapasiteyi çok yüksek tutuyorlar. Sonra stadyumlar boş oluyor. Tottenham için böyle bir şey düşünmüyoruz" diyerek atmosfere verdikleri önemi belirtti.

400 milyon pound...

Yeni resimler ise Londra'da Tottenham taraftarlarını oldukça heyecanlandırmış durumda. White Hart Lane Stadyumu ile olan birlikteliğini 1889 yılından beri sürdüren Londra ekibi yeni stadı için 400 milyon pound harcayacak ve stadyumun adı sponsor firma ile değişecek.

Northumberland Development Project olarak adlandırılan projenin başlangıç tarihi ise henüz kesinleşmiş değil. Stadyumun en büyük özelliğinin ise bir futbol sahasından çok, dev bir kompleks ve çok lüks hotelleri içinde barındırması olarak ifade ediliyor.

günün resmi | carlos ve diego


Günün Videosu | Johan Cruyff

objektifanatik blog | başladık...


futbol dünyasi ile ilgili hersey bu blog'da. iyi eglenceler dileriz...